top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıEsra Abalı

ZEUS TAPINAĞI’NIN KAÇIRILIŞI

Güncelleme tarihi: 13 Ara 2023


Akşam, babam elinde bir paketle eve geldi. Okuduğum kitabı fırlatıp merakla ayağa kalktım.

“Benim için mi o paket baba?”

“Evet, Ada. Betül senin için göndermiş,” deyince, basketbolcu gibi tek zıplayışta kutuyu babamın elinden aldım.

“Hoppala! Doğum günüm filan da değil. Betüş ne göndermiş olabilir ki?” diye mırıldanırken, bir taraftan da kutunun sımsıkı bağlanmış turuncu kurdelesini çözmeye çalışıyordum.

Betüş’le hatırlayamadığımız küçük hallerimizden beri arkadaşız. Ailelerimizin peşinde uzun ve uzak ne çok geziye gittik. Gel gör ki ne zaman gittiğimiz yerlerle ilgili bir şey sorsalar birbirimizin yüzüne bakıp omuzlarımızı aynı anda kaldırıyor ve dudak büküyoruz. Yanımızda götürdüğümüz oyuncaklar ve başımıza gelen komik olaylar dışında hiçbir şey hatırlamıyoruz.

Kurdeleyi çözüp paketi açtığımda masmavi bir tomar kâğıt buldum. Heyecanla kağıtları sağa sola savurunca, annemin biriktirmekten usanmadığı metal çikolata kutularının bir benzeri ile karşılaştım. Üzerinde "Berlin Heilemann" yazıyordu. Kutuyu elime aldığım an yutkunmaya başladım. İçinden her biri farklı dolgu kremalı, değişik şekillerde altı tane minik çikolata çıktı. İstridye şeklinde olanı yuvasından çıkartıp bir ısırık aldım. Pakette başka bir şey daha var mı, diye bakınca fotoğrafı ve minik bibloyu fark ettim. Fotoğrafta Betüş ve ailesi, apartman büyüklüğünde tarihi bir yapının önünde duruyordu. Dimdik, sonsuzmuş gibi uzanan basamakların bittiği yerde sütunlu ve süslü mermer bir yapıya ulaşılıyordu. Kabartma ve heykellerle süslenmiş, göz alıcı bir şeydi. Bir fotoğrafa, bir de bibloya baktım. Betüşlerin arkasındaki antik yapıyla biblo aynı şeydi. İlginç, dedim.

Çikolatanın kalan parçasını ağzıma atıp düşünmeye başladım. Daha önce antik kent gezilerinde veya müzelerde böylesi büyük bir şey gördüğümü hatırlamıyordum. Sanırım burası bir tapınaktı. Merakla fotoğrafın arkasını çevirdim. Betüş el yazısı ile fotoğrafın sağ üst köşesine, "Berlin Pergamon Müzesi" yazmıştı. Altında da tek bir cümle vardı:

“Ada, bir sonraki gezimiz, arkamda gördüğün bu kocaman sunağın ait olduğu gerçek yer.” “Allah Allah!” dedim. “Betüş neler planlıyor böyle?”

Babama seslenip “Berlin’e mi gidiyoruz baba?” diye sordum.

“Hayır Ada! Öyle bir planımız yok,” dedi.

Kutuyu bırakıp elimde fotoğraf, aklımda soru işaretleri ile odama gittim. Okulun henüz ilk günleriydi ama yığılmaya başlayan ödevler beni bekliyordu. "Off!" dedim. Fotoğrafı masamın üzerinde rahat görebileceğim şekilde yerleştirip hiç istemeyerek ders kitaplarıma

gömüldüm.

Bir hafta sonra akşamüzeri okuldan dönmüş, mutfakta annemle sohbet ediyor, bu arada elmalı kekimi yiyordum. Çay almak için yerinden kalkarken annemin aklına geldi.

“Az kalsın unutuyordum Ada, yarın Betüşlerle Bergama’ya gidiyoruz. Baban rehber ayarlamış. Antik kenti gezeceğiz,” dedi.

Birden zihnimde ışık yandı. Betüş’ün kutuya koyduğu fotoğraf bu geziyle ilgili olmalıydı. Kekin kalan yarısını ağzıma tıkıştırıp uçar gibi mutfaktan çıktım. Annemin, “Sakin ol Ada! Elektrik çarpmış gibi fırlamak da neyin nesi? Boğulacaksın kızım, kekin hepsini bir seferde yemeseydin,” diye söylenişini hızla arkamda bıraktım. Ağzım dolu olduğu için verdiğim homurtulu yanıtı anlaması imkânsızdı ama ben yine de konuştum.

“Fotoğraf anne! Fotoğrafı alacağım.”

Yapacağımız bu gezi ile ilgili olabilirdi. Gel gör ki fotoğrafın yerinde yeller esiyordu. Bakmadığım yer kalmadı. Yatağın altı, üstü, raflar ve bütün çekmeceler. Kapıda beliren annemin küçük çığlığı ile kendime geldiğimde, odamı kısa sürede savaş alanına çevirdiğimi anladım.

Ertesi gün erkenden yola çıkıp Bergama'ya sabah saatlerinde ulaştık. Kızılavlu'nun önünde Betüş ve ailesi bir adamla konuşuyordu. Aylardır birbirimizi görmediğimiz için Betüş'le ben sarmaş dolaş olduk. Büyükler, rehberimiz olduğunu söyledikleri asık suratlı adamla koyu bir sohbete dalmıştı. Havada uçuşan Akropolis, Zeus Altarı, antik kent gibi sözcükleri arada kulağım yakalıyordu ama Betüş'le dikkatimizi birbirimizden başka bir şeye vermek istemiyorduk.

Elimle başına dokunup "Saçların çok güzel olmuş," dedim.

“Öyle mi? Ben hiç beğenmedim. Annemin ısrarı ile kestirmek zorunda kaldım,” dedi. Sonra da benim saçlarıma dokunup “Böyle kıvırcık ve uzun daha güzel,” diye ekledi.

“Saçmalama,” dedim. “Seninki gibi dümdüz olmaları için her şeyimi verirdim.”

Senin saçın, benim saçım diye kendimizi kaptırmışken annelerimizin seslenişleriyle irkildik. Bir baktık kırmızı minibüsün içinden el sallıyor ve “Haydii!” diye bağırıyorlar. Koşar adımlarla kendimizi araca attık.

“Bu kırmızı minibüs de nereden çıktı baba?”

Babam başıyla şoförü işaret edip “Rehberimiz Tahsin Bey’in Ada,” dedi. Suratsız adamın adı Tahsin Bey'miş diye içimden geçiriyordum ki rehberimiz bize dönüp sımsıcak gülümsedi.

“Merhaba Ada ve Betül. Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.”

Düşüncelerimden utandım ve mahcup bir şekilde ben de "Merhaba!" dedim.

Akşam üzerine kadar kırmızı minibüsten defalarca indik ve kırmızı minibüse defalarca bindik. Bergama’yı altına üstüne getirdik. Arkeoloji Müzesi’ni ve antik dünyanın şifahanesi Asklepion’u gezdik. Çam fıstığı ağaçlarının altında piknik yapıp öğle yemeğimizi yedik.

Günün sonu yaklaşırken bir kez daha kırmızı minibüse doluştuk. Bu kez Akropolis’e doğru tırmanışa geçtik. Tepede bir yerde minibüsü park edip yürümeye başladık. Aşağıdaki tatlı havadan burada eser yoktu. Kuvvetli rüzgâr yüzünden saçlarımız karman çorman oldu. Dar patikada bir süre dağ keçileri gibi tırmandık. Akropolis’in etrafını çevreleyen yürüyüş yolu boyunca ilerledik ve nefes kesici manzarayı gördük. Kat kat bir pastanın en üstünde gibiyiz, dedim. Tahsin Amca, çok katlı pasta benzetmeme bayıldı.

“Daha güzel bir benzetme olamazdı Ada,” dedi. “Bergama çok katmanlı bir arkeopark. Pastanın her katını farklı zamanlar olarak düşünürsek, yani ilk kat Helenistik, sonra Roma, onun üzerinde de Bizans ve Osmanlı dönemlerini sayabiliriz. İşte bu çok katmanlı yapısı yüzünden Bergama, Unesco’nun Dünya Kültür Mirası listesine girdi.”

Bizim küçük grup büyülenmişti. Yürüyüşümüze devam ettik. Tam iki yüz bin kitap rulosu ile Helenistik dönemin en büyük kütüphanelerinden birinin kalıntılarının yanından geçtik. On bin seyirci kapasiteli antik çağın en dik tiyatrosuna geldik. Manzara bir kez daha

hepimizi soluksuz bıraktı.

Betüş’e baktım, sırt çantasında bir şey arıyordu.

“Ne oldu? Bir sorun mu var?” diye sordum.

“Sana gönderdiğim kutudaki fotoğrafı hatırlıyor musun?”

"Evet,hatırlıyorum ama onu kaybettim. Sanırım yanlışlıkla..."

“Boş ver, önemli değil. Bak bir tane daha var,” deyip çantasından fotoğraf çıkardı. Bana gönderdiği ile aynıydı. Tek farkla. Bunda tapınağın önünde duran kimse yoktu. Betüş elindekini havaya kaldırdı.

“Tahsin Amca, bu fotoğraftaki tapınağın gerçek yerini bize gösterir misiniz?”

Betüş’ten fotoğrafı merakla alan rehberimizin yüzü ilgiyle aydınlandı. Bize bakıp “Tarihe meraklı çocuklar beni çok heyecanlandırıyor,” dedi. Betüş’ü bilemem ama acaba ben tarihe gerçekten meraklı mıyım, diye düşüncelere daldım. Net bir yanıtım yoktu.

Yine mahcup oldum. O sırada Tahsin Amca Betül’den aldığı fotoğrafı yukarıda bir yerde hizalamıştı.

“Şimdi lütfen karşımda durun ve buraya bakın,” dedi.

Dediğini yaptık. Herkes mırıldanıyordu ama ben pek bir şey anlamadım. Sonra Tahsin Amca antik dönemi canlandırdıkları bir resmi kaldırıp aynı yerde tuttu. İkisi de hemen hemen aynıydı. Tek fark vardı. Tapınağın yerinde şu an yeller esiyordu. Yamaç bomboştu. Mırıltılar

öfkeli konuşmalara dönüştü.

“Koca tapınağı kaldırıp Berlin’e kaçırmak inanılır şey değil,” dedi babam.

“Sadece tapınak mı?” diye araya girdi annem. “Anadolu’nun her karış toprağını kazıp dünyanın dört tarafına kaçırdılar.”

“Berlin Pergamon Müzesi’ne Zeus Tapınağı’nı görmek için gittik. Orada, sunağın önünde hem üzüntüden hem de beğeniden dilimiz tutuldu. Çok üzgünüm ama Almanlar bu koca eseri güzel sergilemiş,” dedi Betüş’ün annesi.

Zeus Tapınağı’nın ait olduğu yer, Bergama Akropolisi’ndeki şu yamaçtı. Bunu anladığım an, zihnime yeni sorular hücum etti ve aklım daha çok karıştı.

“Ama nasıl olur Tahsin Amca? Koca sunağı kim, neden ve nasıl götürmüş taa Berlin’e?”

“Her şeyi en baştan anlatayım Ada. Önce size bir soru. Carl Humann diye birini duydunuz mu?”

Büyükler duymuştu, evet ama beni şaşırtan Betüş’ün de bilmesi oldu. Demek dersine iyi çalışıp gelmişti. “Alman yol mühendisiydi, değil mi?” diye atıldı.

“Evet, haklısın Betül. İzmir, İstanbul arasındaki en kısa kara yolu bağlantısı üzerinde çalışma yaparken, 1866’da tarihi eser cenneti olan Bergama’yı kendisine şantiye yönetim merkezi olarak seçti. Humann, emrinde bulunan yol inşaatı işçilerinden bir bölümünü, tarihi eser araştırmasında çalıştırdı ve çıkan eserleri depoladı. Bir inşaat mühendisi olarak arkeolojik kazı disiplininden uzak, hızlı ve özensiz bir yöntemle çalıştı. Uzun yıllar burada eser aramaya ve bulduklarını gemilerle Almanya’ya göndermeye devam etti.”

Dayanamayıp “Peki kimse karşı çıkmadı mı bu hırsızlığa?” diye sordum.

“Osmanlı Hükümeti, çıkan eserlerin üçte birine el koymak koşuluyla Humann’a izin verdi. Daha sonra bunları da Almanlar’a sattılar. Yani kimse karşısında durmadı. Bölge halkından itiraz eden bir grup insanı da hiçbiri dikkate almadı,” diye cevap verdi Tahsin Amca.

“Kocaman tapınağı nasıl götürdüklerini aklım almıyor,” dedim.

“Yamaçtan kızaklarla, çok sayıda işçi ile parça parça indirdiler. Aşağıda sandıklara koyup Dikili limanına taşıdılar. Alman Hükümeti’nin verdiği savaş gemisi ile de ülke dışına çıkardılar,” dedi Tahsin Amca.

Hepimizin keyfi kaçmıştı doğrusu. Dönüp manzaraya bir kez daha baktık. Güneş, birazdan tamamen batacaktı. Son görevini yerine getirip her yanı tatlı şeftali rengine boyamıştı. Rüzgâr bile saçlarımızı uçuşturmaktan vazgeçmiş, Tahsin Amca’dan duyduklarını sindirmeye çalışıyor gibiydi. Üzerinde durduğumuz bu çok katlı tepenin altında, bulunmayı bekleyen kim bilir daha neler var, diye düşündüm. Sonra da sessizce patikadan inişe geçtik.


Not: Berlin Pergamon Müzesi 23 Ekim günü uzun süreli bir restorasyon çalışması için kapandı. Tekrar açılmasının 2037 yılını bulacağı söyleniyor.

Çizen: Ecem EKER

289 görüntüleme4 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page