BİR ADA SERÜVENİ
- Sevin Sezgin

- 13 Eki
- 6 dakikada okunur

Tuvana, yüzüne vuran aydınlığa açtı gözlerini. Yatağından kalkarken çok mutluydu. Tatilinin ilk günüydü. Büyük bir sevinçle odasının balkonuna çıktı. Kıpkırmızıydı ufuk. Güneş doğmak üzereydi. İşte, o en sevdiği an! Kızıllık bir süre sonra turuncu, sarı, renklere dönüştü. Güneş, güçlü ışınlarıyla suları yırtarak doğuyordu küçük adanın arkasından. Küçüklüğünden bu yana çok severdi adayı. Gizemli bir yerdi onun için. Ne öyküler yaratırdı hayalinde orayla ilgili. Adanın konukları yaban keçileri ve martılardı. Keçiler oraya nasıl gelmişlerdi, nasıl yaşıyorlardı? Bilmiyordu. Çünkü su yoktu. Bu nedenle balıkçı motorları küçük koya sık sık su bırakırlardı onlar için.
Kıpırtısız denizi, sabah kahvaltısının peşindeki martıları izledi sessizce. Bütün yıl hayalini kurduğu eve sonunda kavuşmuştu. Anneannesinin ve dedesinin evine bir gün öncesi akşam saatlerinde gelmişlerdi. Tuvana’nın yaz tatili başlamıştı sonunda. Okul açılıncaya dek denizin, güneşin tadını çıkaracak, bol bol kitap okuyacaktı. Bir de Türkçe öğretmeninin verdiği Tatil anıları” ödevi vardı ki kuşkusuz zevkle yapacaktı.
Küçük sahil beldesindeki bu evi çok seviyordu. Denize öylesine yakındı ki uzansa eli suya değecek sanki… Balkona çıktığında kendini vapur güvertesindeymiş gibi duyumsuyordu.
Çevresine bakınırken bir değişiklik olduğunu fark etti. O da ne? Yanı başlarındaki kumsala çok güzel bir plaj yapılmıştı. Düzensiz kıyı bambaşka görünüme kavuşmuştu. Çok sevindi. Belki denize oradan girerdi. Ücretli plajlardan biri miydi acaba? Bugün ilk işi gidip orayı yakından görmek olacaktı.
Bahçeye çıktığında anneannesinin kahvaltı hazırladığını gördü.
“Günaydın anneanneciğim. Oh! Yine döktürmüşsün,” diyerek boynuna sarıldı.
“Tuvanacığım erken kalkmışsın.”
“Çok özlemişim güneşin doğuşunu. Doya doya izlemek istedim. Biz binaların arasından ancak ışıklarını görebiliyoruz şehirde.”
“Haklısın yavrum. Dilerim buraları da şehir gibi olmaz. Git gide büyüyor baksana. Aaaa! Sana sevinçli bir haber vereyim. Yandaki eve yeni kiracı taşındı. Senin yaşında kızları var. Arkadaş olabilirsiniz.”
Bu habere çok sevindi Tuvana. Sürekli büyüklerle olmayacaktı. Denize girerken, dondurma yemeğe giderken yaşıtlarıyla olma duygusu harikaydı.
“Oooo bakıyorum hanımlar güne başlamış bile. Torunuma plajdan söz ettin mi?”
“Günaydın dedeciğim, biraz önce balkondan gördüm.”
“Çok güzel oldu. Belediyenin, halka açık, ücretsiz. Yan tarafına yelken okulu açıldı. Kano da kiralanıyor.”
Tuvana sevinçle yanıtladı;
“Bu yıl yapacak etkinlik çok anlaşılan dedeciğim.”
“Neymiş bakalım o etkinlikler?”
“Aaaa! Günaydın anneciğim, günaydın babacığım. Anlatırım. Şimdi anneannemin o güzel kahvaltısını bekletmeyelim.”
Kahvaltı sonrası ailecek evin önünden denize girdiler. Tuvana’nın aklında yeni arkadaşı, yelken okulu ve ada vardı. Birkaç kez babasının arkadaşının deniz motoruyla gitmişler, koyda denize girmişlerdi. Oysa adayı dolaşmak, keçileri, arkadaki deniz fenerini görmek istiyordu. Daha sonra anneannesi ile birlikte yandaki eve gittiler. Çok merak ettiği yeni arkadaşıyla tanıştı. Cansu’ydu adı. O da çok sevinmişti. Günü birbirlerini tanıyarak geçirdiler. Her ikisi de denizi çok seviyordu, doğa ve kitap tutkunuydular. Onlar için güzel bir yaz olacaktı kuşkusuz.
Ertesi gün babasıyla birlikte yelken okuluna uğrayıp koşullarını sordular ama düş kırıklığına uğradı Tuvana. Üç aylık dönem dolmuştu. Sonra da kanoların yetkilisi ile görüştüler. Kiralamanın çok kolay olduğunu öğrenince sevindi.
“Babacığım Cansu ile birlikte kullanabiliriz değil mi? Hem adaya da gidebiliriz?”
“Oraya olmaz!” diye yanıtladı babası. “Oldukça tehlikeli. Fırtına çıkarsa savrulursunuz. Buraların denizi hırçındır ama çok açılmadan, bizlerin gözetiminde kullanabilirsiniz.”
“Offf, baba on iki yaşındayım artık. İyi bir yüzücü sayılırım…”
“Denizle oyun olmaz canım. Haydi denize! Yarışalım bakalım…”
Günler akıp giderken Tuvana ve Cansu’ya yeni arkadaşlar katıldı. Plajda tanıştıkları Sergen ve Burak kardeşler. Yaşları birbirine çok yakın olduğu için ikiz gibiydiler. Görünümleri de birbirine çok yakındı. Onlar da İzmir’den tatil için halalarının yanlarına gelmişlerdi. Güzel bir dörtlü oldular. Her gün sabah buluşuyorlar denize giriyorlar, gece sahilde birlikte eğleniyorlardı. Tuvana için beklediğinden çok daha güzel geçiyordu günler. Yaşıtlarıyla birlikte olmaktan çok mutluydu. Sergen meraklı bir çocuktu. İlk tanıştıklarına ona adının anlamını sormuştu. Tuvana ‘da “Elbette biliyorum, Milattan önceki dönemlerde Anadolu’da kurulmuş bir küçük şehir devletiymiş.” diye yanıtlamıştı.
Tuvana bir gün arkadaşlarına karşı adayı çok merak ettiğini söyledi. Belki de eskiden bir korsan adasıydı. Denizin dibinde batık gemiler olabileceğini hayallerini de katarak anlattı. Arkadaşları ilginç buldular, ilgiyle dinlediler.
“Olabilir,” dedi Burak. “Ben asıl adanın arkasındaki deniz fenerini merak ediyorum. O gerçek çünkü. Babam anlatmıştı, kayalıkların üzerindeymiş.”
“Ne güzel! Deniz fenerlerini çok severim. Hiç yakından görmedim,” diye heyecanlandı Cansu.
“O zaman gidelim arkadaşlar. Kano kiralarız. Varınca da kanoları karaya çeker adanın arkasına geçeriz. Sanırım yarım saatimizi alır. Ne dersiniz?”
Sergen, Burak ve Cansu birbirlerine baktılar. Cansu, “Annemler izin vermez,” deyince Sergen;
“O zaman biz de haber vermeyiz, En fazla iki saatimizi alır.”
Bir süre tartıştılar. Sonunda Cansu da “Evet,” deyince ertesi gün için sözleştiler.
Heyecanlıydılar ama gizli bir şey yapmanın huzursuzluğu vardı içlerinde. Sergen-Tuvana; Burak-Cansu eşleşti. Denizin ortasına geldiklerinde adanın çok da yakın olmadığını gördüler. Cansu dönmeyi teklif etti ama Burak karşı çıktı.
Kırk beş dakika sonra adadaydılar. Karaya adım atar atmaz kanoları karaya çektiler. Planladıkları gibi ilk etap tamamlanmıştı. Tepelere doğru tırmanmaya başladıklarında bu tırmanışın karşıdan göründüğü kadar kolay olmadığını da anlamışlardı. Tam dönmeye karar vermişlerdi ki kuvvetli bir rüzgâr denizini karıştırdı. Bir süre sonra da kaba dalgalar sahili dövmeye başladı. Koşarak koya döndüklerinde kanoların yerinde yeller esiyordu.
“Şimdi ne yapacağız? Ben size dönelim demiştim.”
Cansu ağlamaya başlamıştı. Tuvana’nın yüzü bembeyaz olmuştu. Ada’ya gitme düşüncesi ondan çıkmıştı. Burak ve Sergen sessizdiler ama yüzlerinden olayın şokunu yaşadıkları gün gibi ortadaydı.
“Arkadaşlar tamam, kanoları geri götürmeyince kesin bir şeyler olduğunu anlarlar. Daha saat erken. Akşama dek bir balıkçı motoru yanaşabilir. Burada kalmayız.” dedi Tuvana.
“Ya ailelerimiz? Merak edecekler. Akıllarına gelmez böyle izinsiz bir şey yapacağımız.”
“Cansu haklısın ama sızlanmanın anlamı yok. Oturup bekleyeceğiz,” dedi Sergen.
“Yanımıza telefon olsaydı haber verebilirdik. Burak bunları söyledikten sonra “
“Buldum!” diye bağırdı.
“Ateş yakalım, dumanı gören olabilir.”
“Kızılderililer gibi yani… Hadi çalı çırpı topladık Nasıl yakacağız kardeşim?”
Cansu’yu korku sarmıştı.
“Bir daha bize asla güvenmezler,” diye söylendi ağlamaklı. “Belki yüzmeye bile bırakmazlar.”
Sergen ve Burak, halalarını düşündüler. Kadıncağız deliye dönecekti. Ona emanettiler. Cansu haklıydı bu konuda. Tuvana başı önünde tüm bunlara neden olduğu için konuşmadan oturuyordu. Tam iki saat boyunca çare arayarak kızgın güneşin altında bekleştiler. Çorak adada bir tek sığınacak ağaç altı bile yoktu. Serinlemek için suya giriyorlardı ama sıcak rüzgâr kavuruyordu tuzlu tenlerini. Gözleri karşı kıyıda, plajdaydı. Neler oluyordu acaba? Aileleri ne durumdaydılar? Ortadan kaybolan çocuklar, telefonlara verilmeyen yanıtlar… Kanocu kiralanıp, geri dönmeyen kanolarının farkına varacak mıydı? Saatler gelip geçtikçe endişeleri artıyordu dört kafadarın. Umutlarının tükendiği anda, adaya hızla yaklaşan bir deniz motoru gördüler. Çok geçmeden deniz polisi olduğu anlaşıldı. Demek kayboldukları anlaşılmıştı. Çok sevinmişlerdi ama korkmuşlardı da…
Motora alındıklarında sıcaktan ve susuzluktan bitkin durumdaydılar. İlk istedikleri su oldu. Polislere başlarına geleni anlattılar. İskeleye vardıklarında pek çok insan meraklı gözlerle onları bekliyorlardı. Gözü yaşlı aileleri tarafından sevinçle karşılandılar. İlk konuşan Burak ve Sergen’in halaları oldu. Çok kızgındı.
“Anne ve babanıza telefon edip sizi hemen almalarını söyleyeceğim. Hayatımın en kötü anlarını yaşattınız bana,” diye çıkıştı. Tuvana tüm bunlara neden olduğu için üzgündü. Halaları Burak ve Sergen’i İzmir’e gönderirse çok üzülecekti. Hele Sergen için… Onunla arkadaşlığı çok özeldi.
“Bütün suç benim!” dedi Tuvana aniden. “Arkadaşlarımı ben zorladım. Hepinizden özür diliyorum. Bir daha asla olmayacak. Merak ettim, bizi nasıl buldunuz?”
“Kano kiraladığınızı ve saatinde geri dönmediğinizi haber vermişler dedene. Hepimiz deliye döndük tabii ki hemen iskeleye koşup deniz polisinden yardım istedik. Çok endişelendik. Bunu yapmaya hiç hakkınız yoktu. Umarım bir daha böyle bir şeye meydan vermezsiniz.”
Tuvana’nın babası sert bir ses tonuyla söylemişti bunları. Hepsine büyük bir ders olmuştu. En çok da Tuvana’ya… Bundan böyle kendisi de dâhil hiç kimseyi tehlikeye atacak bir davranışta bulunmayacaktı.
Bu etkinliği Tuğçe Sarsılmaz Köksel hazırlamıştır.
KONU: Yaz tatilinde yeni arkadaşlık kuran bir grup genç, yaşadıkları serüvenin sonunda sorumluluk duygusu ile yüzleşir.
TEMA: Doğa keşfi ile harmanlanan arkadaşlık ve aile ilişkisinde sorumluluk duygusu.
ANAHTAR KELİMELER: Tatil, arkadaşlık, ada, deniz feneri, sorumluluk, merak, tehlike.
KIPIR KIPIR DÜŞÜNCELER:
Sen en çok nereyi görmeyi merak ediyorsun?
Merak ettiğin şey tehlikeli ise bu duygunu nasıl yönetebilirsin?
Sorumluluk nedir?
Tuvana ve arkadaşları ailelerini ikna etmek için neler yapabilirdi?
KIPIR KIPIR ETKİNLİKLER:
“Sen olsan ne yapardın?” oyunu: Öğrenmen sınıf sayısına göre öğrencileri gruplara ayırır. Her grup için, hikâyede karşılaşılan ahlaki ikilem sahnelerinden birkaç örnek hazırlar. Örneğin Durum: Adaya gitmek için plan yapıyorsunuz ama içinize sinmiyor. Soru: Ne yaparsın? Planı bozan kişi olmak seni rahatsız eder mi? fikrini çekinmeden belirtir misin? gibi yazılı kartı bir gruba verir. Grup kendi içinde “Biz olsaydık nasıl davranırdık ve hikâye nasıl gelişirdi.” diye düşünür. İster sahne canlandırma ister anlatarak cevaplar alınır. Örneği çoğaltmak adına Durum: Yeni arkadaşın Cansu, ailesinden izin alamayacağını söylüyor. Soru: Onun yerine karar verip adaya gitmesine ikna etmeye çalışmalı mısın? Neden?
Sınıfta ya da evde yapabileceğiniz hayal kurma oyunu: Bu oyunu istediğiniz kişi sayısı ile oynayabilirsiniz. Ve size gerekli olan tek şey hayal kurmak. Önce öykümüzde geçen adayı herkes düşünür. Ada ile ilgili aklında kalan ya da hayal ettiği bir kelimeyi söyler. Örneğin, Keçi dendi. Diğer kişi, kendisinden önce söylenilen sözcüğü tekrar ederek yeni bir kelime söyler. Örneğin Keçi, Tehlike gibi. Her söylenilen sözcük sona eklenirken ilk kelimeden itibaren tekrar etmek zorunludur. Şaşırana kadar oyun devam eder.
Yukarıda belirtilen oyunun devamı ya da başka bir oyun alternatifi olarak görsel içerikli bir oyun adanın resmini çizmek olabilir. Evde yapılacak olan çalışmada her kişi kendi hayal ettiği, merak ettiği bitkiler hayvanların bulunduğu bir ada resmi çizebilir. Sınıfta yapılan çalışmada öğrencileri gruplara ayırarak ortak bir hayal kurma ve iş birliği ile ada resmi yaptırılabilir.



Teşekkür ederim. Emeğinize sağlık.
Sevin hanıma ve Gönül hanıma teşekkürler.