MANOLYA'NIN GÖZLERİ OLMAK
- Aslı Pakkan 
- 19 dakika önce
- 4 dakikada okunur

On ikinci yaş günümde bana bir tay hediye etti ailem. Gövdesinin zeytin siyahlığı, bulut kadar beyaz ve tül gibi uçuşan yelelerinde bitiyordu. Bir İngiliz atı olan Manolya’nın adı, doğduğu gün konmuş. O da benim gibi annesine düşkün olmalıydı ki onunla birlikte gelmişti.
Kuyruğu arka bacaklarının arasında ve geride duruşunu hiç unutamam. “Korkuyor mu bizden?” diye sormuştum, ona yaklaşmak isterken. Hatay’daki depremden sonra doğmuş olduğunu, oradaki ailesinin durumundan dolayı onu evlat edindiğimizi söylemişti annem.
“Artık onun bir ailesi de biziz. Ama alışması zaman alabilir” diye eklemişti. Manolya ve annesi Oya ile yeni bir sayfa açılmıştı hayatımda. Manolya’nın bir ablası da vardı artık. Cuma günleri okul biter bitmez hep birlikte yola koyulup geldiğimiz çiftliğin artık benim için farklı bir anlamı vardı. Hafta içi İstanbul’un kalabalığı ve yorucu temposunda okulum ve ev arasında mekik dokuyordum. Hayatımda, derslerden ve akşamları ailemle hep birlikte oturduğumuz yemek sofrasından başka bir şey yoktu. Hafta sonları ise dedemin Sapanca’daki gölü gören, babamın atlarının bakıldığı çiftliğine gitmek artık heyecan verici bir gelenek olmuştu.
Benim ilk kez bir kardeşim oluyordu. İnsan veya hayvan olmasının hiç mi hiç önemi yoktu. Annemle babam benden sonra bir çocuklarının daha olmasını istememişler çalışma koşullarının ağırlığı nedeniyle. Orası beni çok da ilgilendirmiyordu. Ama Manolya geldikten sonra, içimden atamadığım yalnızlık duygusu ruhuma daha az uğrar olmuştu. Çünkü bunu düşünecek zamanım olmuyordu artık. Onlar da bunun farkındaydılar. Birkaç kez “Ceylan’ın bugün Manolya’yla gezişini görmeliydin” diye sevinçle fısıldaşmalarına kaç kez tanık oldum. Okuldan eve, evden okula gidip gelen bir çocuk için büsbüyük bir adımdı bu ve Manolya sayesinde olmuştu.
Manolya’nın gözleri görmüyordu. Doğuştan bir gözü enfeksiyon kapmıştı ve depremde tedavi edilemeyince hastalık ya da virüs diğer gözüne geçmiş, o gözünü de yitirmişti canım tayım. O nedenle, onun diğer taylar gibi meraklı, her şeyi inceleme, ısırma, yalama gibi davranışları yoktu. Taylığının tadını çıkaramıyordu ve ben bunu ona hiç hissettirmemeye çalışıyordum. Henüz küçük olduğu ve eğitimini tamamlamadığı için sırtına binemiyordum ama birlikte yürüyüşe çıkıyorduk. Sık sık mola veriyorduk. Molalarda ona kitap okuyordum, şarkı söylüyordum. Mis gibi kokan çayırlarda otlatıyordum, kokusundan ne kadar güzel bir yeşil olduğunu anlayabilsin diye. Şarkılarımı özenle seçiyordum.
“Kuuuş sesleriiii… oovaaalaaa raaaa yaaa yı lıııır / İiiin san bunaaaa haaay raaan oooo luuuur baaa yı lıııır” diye başladığımda kulaklarını dikiyor, başını sesin geldiği yana döndürüyor, bana bakıyordu! Onu ne denli çok sevdiğimi anladığına yemin edebilirim. Manolya okşanmaktan, tımar edilmekten çok hoşlanıyordu.
Biraz büyüyünce sırtına binmeye başladım. Manolya’yla ilgili hayaller kuruyordum. Çünkü hisleri güçlü ve hızlı bir attı. Babamın diğer atları gibi onunla ben de yarışlara katılmak istiyordum. Manolya’nın ikinci yaşını kutladığımız gün babama, yarışlara katılmak istediğimi söyledim. Onun en iyi arkadaşıydım ve benden daha iyi bir binicisi olamazdı. Nerede duracağını, nereyi atlayacağını, nereden eğilip geçeceğimizi veya sürüneceğimizi kulağına fısıldamam yetiyordu. Manolya’nın gözleri bendim.
Babamı güçlükle ikna ettikten sonra çalışmaya başladık.
Manolya ile aramdaki bağ, pek çok zorluğu yendiği gibi yarışta da gücünü gösterecekti. Buna sonuna dek inandım. Yarış günü geldi çattı. Heyecanlı mıydım? Elbette! Manolya ile bir maceraya girmiştik. Benim heyecanımı ve sevincimi o da hissediyordu.
Bir gece önce bahçede birlikte uyuduk. Bir an önce sabah olsun istiyorduk. Güneşi birlikte uyandırdık. Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra veterinerimiz Salih amca geldi, Manolya’yı kontrol etti. Her şey yolundaydı. Hipodrom’a gitmeye hazırdık.
Ben de giyindim. Bir gün önce parlattığım kaskımı çantama koydum. Yarış için aldığım özel takımlarım da yanımdaydı. Manolya’yı dikkatle kamyonete yerleştirdik. Ben de yanına bindim ve en sevdiği şarkıyı ıslıkla çalmaya başladım. Hafif hafif çalan ıslığın sesi Manolya’yı dinginleştiriyordu.
Yarış zamanı geldiğinde, seyis Ali amca Manolya’ya binmeme yardım etti. Yarış başladı.
Onun kulağına fısıldıyordum: “Haydi güzel Manolya’m koş!” Bulut gibi beyaz tülden yeleleri rüzgârda savrulurken uçarcasına koşuyordu. Son düzlüğe girdiğimizde ona içimdeki sevgiyle, ürpererek sarıldım. Gözlerimi bir anlık kapattım. Manolya artık “finish”in yolunu biliyordu.
“Veee Manolya birinciii! Ceylan’ın gözleri ile koşan Manolya birinciiii! Tebrikler!” diyen anons ile gözlerimi açtım. Gözyaşlarım sicim gibi akıyordu.
Sevgili atımın rahvan yürüyüşü ile yarış alanından çıkıp annemlerin yanına gittik. Onlar da duygulanmışlardı, bizi alkışlarla karşılarken gözleri dolu doluydu.
“Bana verdiğiniz en güzel hediye Manolya. Artık benim gözlerim onun gözleri,” dedim aileme. Sonra protez bacaklarımı gösterdim. “Onun ayakları ise benim ayaklarım olacak!” diyerek ikisine birden sarıldım.
“Çok güzel...” diye hıçkırdı babam. “Devam Ceylan...”
Manolya ile yeni yarışların hayalini kurmaya başlamıştık bile.
*Bu etkinlik Tuğçe Sarsılmaz Köksel tarafından hazırlanmıştır.
KONU: Görme engelli bir at ve çocuğun dostlukları sayesinde yaşamdan keyif almaları ve engelleri beraber aşmaları anlatılmaktadır.
TEMA: Arkadaşlık, Hayvan Sevgisi
ANAHTAR KELİMELER: At, engel, arkadaşlık, hediye, can dostu, mutluluk, zamanı paylaşmak
KIPIR KIPIR DÜŞÜNCELER:
Araştırmayı seven dedektifler iş başına. Hemen elinize kalem kâğıt alın ve büyüteçinizle doğaya bakın. Aklınızda tek bir soru olsun engel nedir? Nasıl bu engelin üstesinden gelebiliriz? Eminim gördüğünüz karınca sürüsünün, yuvalarına yemek taşırken önüne birçok engel çıktığını göreceksiniz. Bazen bizim için küçücük onlar için büyük bir taş parçası engel olabilir. Bu engeli aşmak için neler yapıyorlar inceleyin. Ayrıca her gün geçtiğimiz kaldırımlarda sarı çizgiler ve sarı noktalar var acaba bu ne anlama geliyor? Peki kaldırımların başında ve sonunda olan kısa yokuşlar neden önemli? Otoparka girdiğinizde bazı araba park yerlerinde yere çizilmiş sarı bir resim var. Oraya kimler arabalarını park edebilir? Unutmadan söyleyeyim fiziksel engeli olan birçok sporcu ve sanatçı var. Araştırma başlasın.
KIPIR KIPIR ETKİNLİKLER:
Sırtıma ne çizdin? İlk oyunumuzun adı grupta bulunan herkes tek sıra halinde sıraya girer. Herkesin elinde bir kalem sırtında bir kâğıt asılıdır. Öğretmen en arkada bulunan kişinin sırtına yavaşça bir resim çizer. Örneğin bir ev, külahta bir dondurma gibi. Herkes sırayla sırtına çizilen resmi anlamaya çalışır ve resmi hiç görmeden hissettiği resmi önünde bulunan kişinin sırtındaki kâğıda çizer. Çalışma bittiğinde bütün kağıtlar toplanır herkesin görebileceği bir yere asılır. Çizimler arasında birçok farklılık olduğunu gözlemleyerek bunun sebebi hakkında konuşulur.
İkinci oyunumuz ise “Engel Yok” oyunu. Herkes aklına gelen bir engeli küçük bir kâğıda yazar. Bu kağıtlar toplanıp ikiye katlanır ve bir torbaya konur. Herkes torbadan engellerin yazılı olduğu bir kâğıt seçer. Kimseye göstermeden bu kâğıdın üzerinde bulunan engeli düşünürken, öğretmen sınıf içinde bir eylem, küçük bir parkur ya da bir görev belirler. Sırayla herkes öğretmenin belirlediğini uygulamaya çalışır. Amaç bir engelin bir görevi yapmaya engel olmaması için diğer kişilerin ona destek olmasıdır.



Yorumlar