top of page

DEV ADAMIN KIZI

  • Yazarın fotoğrafı: Sunday ÖZGEN
    Sunday ÖZGEN
  • 17 Nis
  • 7 dakikada okunur

Resimleyen Gönül Ayar ÜNAL
Resimleyen Gönül Ayar ÜNAL

Dokuzuncu yaş günü pastamı, Olcay Teyze’m yaptı. Komşularımızın içinde en çok

onu severim. Pamuk şekeri gibi yumuşacık ve tatlıdır o. Kahkahasının bulaşıcı olduğunu

bildiğim tek insan! Sokaktan kahkaha sesinin geldiği her yerde o vardır mutlaka.

Annem hep “Sokağımız, onun varlığıyla güzel. Kolay bulunmaz böyle bir insan. Onu

övmek için tüm ‘en’ leri sayacak olsam yine de borçlu çıkarım,” der. Niye, kime borçlu

çıkacaksa, anlamış değilim. Sonra başlar sıralamaya ‘en’ leri. Ne de meraklıymış buna!

Kendine özel, ‘en’ lerden oluşan bir oyun bulmuş sanki:

“Öncelikle tanıdığım en iyi, en yardımsever kişidir o. En akıllı, en kültürlü, en

beceriklidir üstelik. En iyi terzi, en iyi aşçı da odur. Bir de en nezih insan!” diye sürdürür

övgü listesini.

Önceleri kitap okumayı hiç sevmezdim, sıkılırdım. Oyun oynamak daha eğlenceli

gelirdi. Olcay Teyze’m doğum günümde bana bir kitap hediye etmişti. Onu okumadım uzun

süre. Bize geldiği bir gün, bana kendisi okumaya başladı o kitabı. Yumuşacık sesiyle öyle

güzel okuyordu ki!

“Bana da güzel okumanın sırlarını öğretir misin?” diye sordum. Söz verdi, öğretecekti.

Sonra en heyecanlı yerinde okumayı bıraktı, gitti. Odama kapanıp merakımdan bir çırpıda

okuyup bitirdim kitabı. Sonra anladım ki onun verdiği kitaplar, annemin aldıklarına hiç

benzemiyordu. Okudukça meraklandıran, resimleri de çok güzel, ilginç yapıtlardı.

Olcay Teyze’m sokaktaki çocuklara her yaz tatilinde kitap okuma yarışması yaptırır,

yarışmada kazanana, resimli kitap armağan ederdi. Okumayı ben de çok sevmeye başladım.

Bu alışkanlığımı sürdürürsem bana da ‘en’ kültürlü çocuk derler miydi acaba?

Ben de sevdim bu ‘en’ oyununu. Acaba ileride benim için kaç tane iyi ‘en’

sayabileceklerdi? Şimdilik büyüklerin dünyasında en akıllı ama en yaramazım, biliyorum. Bir

iyi, bir kötü ‘en’. Elde var sıfır. Ama Olcay Teyze’m tüm iyi ‘en’ lerini hak ediyor.

Sokağımızın en iyiliksever insanı olduğunu herkes söylüyor. Her gün sokaktaki kedilere,

köpeklere vermek için kemik kaynatıyor.

Bu sokağa taşındığımız ilk gün bize börek pişirip getirmişti. Yediğim en lezzetli

börekti o. Onun evine gideceğimiz gün hep sevinçten uçarım. Ne pişirse, yedirse tadına

doyamıyorum.

Bir zamanlar yanında çalışmış olan ablalar da onun en iyi terzi olduğunu söyledi. Bu

ablaların her birinin ayrı birer acıklı yaşam öyküsü varmış. Onları düze kim çıkarmış? Olcay

Teyze’m.

Bir gün mutfak musluğumuzu bile o tamir etti. İnanamadı annem. Acaba onun sihirli,

gözle görülmez bir değneği mi vardı? Hayatında hiç örgü örmemiş anneme birkaç saat içinde

örgü örmeyi öğretti. Annem önce bana çok güzel bir bere ve atkı, sonra da çok havalı bir hırka ördü! İyi ki vardı bu ‘en’ lerin kraliçesi!

Çocukların eğitimi için derneklere bağışlar yaptığını hiç kimseye söylemezmiş. İyi de

niye söylemiyor ki? Bu utanılacak bir şey değil, en yardımsever de o olduğuna göre… Meğer

alçakgönüllü oluşundanmış! Büyükleri anlamak bazen çok zor oluyor.

Bize geldiği bir gün kendi çocukluk günlerini anlattı. En çok da babasını…

“Kurtuluş savaşı sonrası cumhuriyet döneminin yokluk, yoksulluk yıllarıydı. İkinci

dünya savaşı başladığında köylerde ekmek bulamadığımızda haşlanmış patates yiyorduk.

Savaş başlamadan hemen önceki yıllarda Gönen Köy Enstitüsü kurulurken ziraat öğretmenliği yapmak üzere Gönen’e gönderdiler babamı,” diye anlatmaya başladı. “Gönen’in yerine baktık hemen haritada. Isparta’ ya bağlı bir ilçeymiş. Ama o zamanlar köymüş.”

Sınıfta sıkça parmak kaldırıp öğretmenin gözüne girmeye çalışan çocuklar gibi; “ Köy

enstitüsü ne demek? Ortaokul mu lise mi? ” diye sordum,

“Ortaokul ve lisenin birleştiği, uygulamalı derslerin ağırlıkta olduğu köy öğretmen

okulları. Köylerde yalnızca ilkokul vardı o zamanlar. Üç yıllık ilkokuldan sonra ancak çok az

köylü çocuk yakın ilçelerindeki iki yıllık ortaokullara gidebiliyordu. Şehirden gelen

öğretmenler, o zor koşullarda köylerde kalmak istemedikleri için öğretmen bulmak büyük

sorundu. Köylü çocuklarına uygulamalı eğitim vererek becerilerini artırıp kendi köylerinde

veya civar köylerde öğretmenlik yapmalarını sağlamak düşüncesiyle kuruldu Köy Enstitüleri.

Köylülerin hızla bilgilenmesi, köylerin çabucak kalkınması için!”

“İlkokuldan sonra köylü çocuklarına bu yatılı okullarda özel eğitim veriliyor, sonra

öğretmen olarak kendi köylerine veya başka köylere mi gönderiliyorlardı yani?” diye sordu

annem.

“Evet, tam olarak böyleydi. Bütün yurdun farklı bölgelerindeki illerin köylerinde, tam

yirmi bir tane Köy Enstitüsü kuruldu! Oralardan çok bilgili, yetenekli, kültürlü öğretmenler,

yazarlar yetişti. Onların çoğu sonraları bir efsane olarak anıldı. Uygulamalı derslerde her türlü becerileri çok arttığı için görevlendirildikleri köylerin yalnızca öğretmeni değil, her

şeyiydiler. Sağlıkçısı, ebesi, iğnecisi, avukatı, inşaatçısı, ziraatçısı, hatta terzisi oldular,

köylülerce çok sevilip sayıldılar,” diye yanıtladı.

Bana bakarak anlatmayı sürdürüyordu. Onların neden efsane olduğunu biraz

anlamıştım. Ama bu denli çok mesleğin hepsini birden nasıl yapabiliyorlardı, merak etmiştim

doğrusu. Çok heyecanla anlatıyordu Olcay Teyze, ben de sözünü kesmeden dinliyordum onu.

“Tınaz Dağı eteklerinde kocaman bir arazide kuruluyordu Enstitü. Yakınlardaki üç

köyün ilkokulunu bitirmiş öğrencilerini enstitüye aldılar. Bir iki yıl içinde yatakhaneler,

işlikler ve lojmanlar yapıldı. Çoğu çocuk yaya olarak geliyordu uzak köylerden. Bazılarını

babam kendi motoruyla getirirdi.”

“Ne güzel, ben de motorla gitsem keşke okula,” dedim, güldüler. Ne varsa gülecek?

“Sen uygulamalı dersler nelerdi, onları anlat çocuğuma,” dedi annem, gülmeyi

sürdürerek.

“Tarım, inşaat, demircilik, marangozluk, dokuma, dikiş, halıcılık, sağlık, hemşirelik

hatta aşçılık ve arıcılık dersleri vardı. İşliklerde uygulamalı eğitimler yapılıyordu. Babam bir

gün arıcılık dersi verirken, arılar fena sokmuş, evde ateşler içinde günlerce yatmıştı.”

Gözümün önüne bir sürü arının birden sokması geldi. Parmağımı tek bir arı

soktuğunda ne çektiğimi anımsadım. Her tarafımın davul gibi şiştiğini ve ağrıdığını düşünmek bile çok korkunçtu. Babası iyi dayanmıştı doğrusu!

“Gönen’deki hızlı gelişmeleri şaşkınlık ve hayranlıkla izliyorduk. Bomboş arazideki

yabani armutlar aşılanmış, güzel meyveler alınmış, uygun bölümlere sebze ve meyve fidanları dikilmiş, ahırlar, kümesler yapılmıştı. Enstitü çalışanları, öğrenciler, öğretmenler hep birlikte imeceyle iki yılda bitirdiler okul binalarını,” diye anlatmayı sürdürdü Olcay Teyze’m.

“İmece ne demek?”

“Yardımlaşarak işbirliği ile hep birlikte iş yapmak demek, çocuğum. Dersler

başladığında herkes sabah erkenden kalkar, kahvaltı sonrası halk oyunları, müzik çalışırlar,

marşlar söylerlerdi. İşliklere daha sonra dağılırlardı. Öğrenci sayısı kısa sürede binin üzerine

çıkmıştı, inanabiliyor musunuz? Artık enstitünün suyu yetmez olmuştu. Babam yine kolları

sıvayıp öğrencilerle birlikte Tınaz Dağının eteklerinde arıklar kazmış, künkler döşemiş, gürül

gürül akan çeşmeler yapmıştı,” diye anlatmayı sürdürüyordu.

Arık ne, künk ne? Ne çok bilmediğim sözcük var. Ama sormayacağım artık, neyse ne!

“Ben çok hayran kaldım babana. Çok şey başarmış, özel biriymiş,” dedi annem.

Olcay Teyze’min anlattıklarını masal dinler gibi hayalimde canlandırarak

dinlemekteydim. Babası güçlü kuvvetliymiş. İki metreye yakın boyu varmış. İnşaat

yaparlarken bir kerede otuz altı tuğlayı taşıyabildiği için birincilik ödülü kazanmış. O günden

sonra ‘Koca Osman Bey’ demişler babasına. Bu kocaman adamı sonraları birkaç kez

rüyamda gördüm. Çocukları kurtaran, kahraman bir devdi rüyamda.

Her cumartesi enstitüde halk oyunları, konser, tiyatro, Hacivat ile Karagöz gibi

eğlenceler düzenlermiş öğrenciler. Ne güzelmiş! Keşke bizim okulda da böyle her hafta

eğlence yapılsa. Taklalar atarak, uçarak giderdik okula, ağır çantalarımız bile kuş tüyü gibi

gelirdi o zaman.

Olcay Teyze’m, “Ünlü romancı Fakir Baykurt’un adını duydun mu?” diye sordu.

Duymamıştım. Bir zamanlar Gönen Köy Enstitüsü’nde öğrenciymiş, hep kütüphanede

görev alır, bolca kitap okurmuş. Sonraları romanları çok okunan ünlü bir yazar olmuş.

Biraz daha büyüyünce ben de onun romanlarını okuyacağım, diye düşünürken, ünlü

bir yazar olduğumu hayalimde canlandırdım. Aldığım bir oda dolusu ödülün sıralandığı

kütüphanemin önünde, haberciler ve hayranlarımla tokalaşıyordum ki Olcay Teyze’min

sesiyle o ana dönüş yaptım.

Ona göre göre ileride dünya klasiklerini de okumalıymışım. Dünya klasikleri, ilk kez o

yıllarda Türkçeye çevrilmiş. Enstitü kütüphanelerinde, öğrenciler daha çok o kitapları

okurlarmış. Anneme göre onları okuyabilmek için yeterince büyümemişim!

Ben hepsini bulup çabucak okuyayım da görün siz!

“Şimdi daha iyi anladım neden bu denli kültürlü, bilgili, becerikli özel bir insan

olduğunu, canım ablam “diye sarıldı annem ona.

Ben de sarıldım, yanağımdan öptü, saçlarımı okşadı, sonra bakışları birden değişti.

Sanki büyülü süpürgesine binmiş de uzaklara uçmuş, hemencecik de geri dönmüş gibiydi.

Öptüğü yanağımın ıslak olduğunu fark ettim. Ağlıyor muydu? Onun yolculuğu, benim gibi

güzel bir hayale doğru olmamıştı anlaşılan.

“Hayrola, kötü bir şey mi geldi aklına?” diye ona sordu annem.

“Evet, enstitülerin kapatılmasından sonra üzüntüsünden öldü babacığım. Ondan sonra

beni, babamın ölümü kadar üzen bir başka olay daha oldu. Polisler, evimize gelip rahmetlinin

kütüphanesini aradı. Dünya klasiklerinden bazı kitaplarını, yasak kitap diye götürdüler.”

“İnanılır gibi değil!” diye haykırdı annem önce. Sonra o daha fazla üzülmesin diye

birkaç farklı soru sorarak konuyu değiştirmeye çalıştı. Ağladığımda bana hep yaptığı gibi!

Bense yasak kitap ne demek, sormak istiyordum ama kendimi tuttum. Hem bu denli

yararlı enstitüler niye kapatılmış? Üzüntüsünden nasıl ölür ki bir dev adam? Niye o denli

üzülür ki?

Birkaç yıl içinde sınıfımın en başarılı öğrencisi oldum. Bunu, bana okumayı sevdiren

Olcay Teyze’me borçluydum.

Son yıllarda annem çok yoğundu, Olcay Teyze’mle pek sık görüşemez olduk. Meğer

o, bu sürede daha neler başarmış. Belediyenin açtığı yazarlık kurslarına katılmış, yazdığı

öyküler ödüller almış. O, bunlardan hiç söz etmemiş, ne anneme ne de diğer komşulara. Yine alçakgönüllü oluşundanmış!

Geçen hafta sonu bir etkinliğe gittik annemle. Öykü yarışmasında birincilik ödülünü

alan kadın yazarı sahneye çağırdılar. Bu, Olcay Teyze’mdi. Şaşkınlıkla ayağa fırladım.

Ayakta alkışladık onu. Çıkışta koşarak boynuna atıldım. Bizi kucaklayıp yumuşacık öptü.

Bakışlarıyla bizi sevmeyi sürdürürken, “Babasının kızı, çok sevindim. Alacağın olsun, niye bu

başarılarından hiç söz etmedin? Boynuz kulağı geçiyor mu yoksa? ” diye sordu annem. Kimin boynuzu, hangi kulağı geçiyor, anlamadım önce.

“Babam gibi kahramanların yanında bizim yapabildiklerimizin sözü bile olmaz,” diye

yanıtladı Olcay Teyze’m. İşte o zaman anladım. Dev adamın kulaklarını, kızınınkiler

geçemezdi ki!


*Bu etkinlik Burcu Şengün Erturgut tarafından hazırlanmıştır. 

KONU: Köy Enstitülerinin kuruluş hikayesi ve önemi anlatılıyor.

TEMA: Köy Enstitüleri

ANAHTAR KELİMELER: Köy Enstitüsü, öğretmen


KIPIR KIPIR DÜŞÜNCELER:

● ‘Dev adam’ sözü sizlere neyi çağrıştırıyor? Sadece uzun boylu, iri yapılı kişilere mi

dev deriz?

● Sizce becerikli olmak öğrenilebilir bir özellik midir yoksa doğuştan mı becerikli

oluruz?

● Çevrenizde Olcay Hanım gibi her işten anlayan, mütevazı, yardımsever, kültürlü, sizin

hayranlık duyduğunuz bir kişi var mı? Varsa o kişiyle en çok neler yapmaktan

hoşlanıyorsunuz?

● “Boynuz kulağı geçiyor!” atasözüyle ne anlatılmak istenmektedir?

● Sizin için kahraman kimdir ve hangi özelliklere sahiptir?


KIPIRDATAN ETKİNLİKLER:

● Sizlere ailenizle birlikte keyifli vakit geçirebileceğiniz bir önerimiz var. Bir hafta sonu

yaşadığınız kente yakın bir köye gidip orada zaman geçirebilirsiniz. Şehirden farklı

olarak orada hayat nasıl geçiyor, çocuklar neler yapıyor? Bunları gözlemleyerek sınıf

arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz?

● Sizin için kahraman olan birini düşünüp ona mektup yazmanızı istiyoruz. O kişi hangi

özelliklerinden ötürü sizin kahramanınız? Tanışıyorsanız birlikte neler yapmaktan

keyif alıyorsunuz? Tanışmıyorsanız o kişiye neler söylemek, sormak hatta birlikte

neler yapmak isterdiniz? Yazdığınız mektupları kipirticocuk@gmail.com adresinden

bizlerle de paylaşırsanız çok mutlu oluruz.

● Aile büyüklerinizin arasında köy enstitülerinde öğretmen olarak çalışmış, eğitim almış

veya detaylı bilgi sahibi olan birileri var ise o kişiyle bir röportaj yapmanızı istiyoruz.

Öğretmenlerinizin desteğiyle bir soru listesi hazırlayarak merak ettiğiniz soruları

yöneltebilirsiniz. Sınıf arkadaşlarınıza bir sunum yaparak onların da bilgi sahibi

olmasını sağlayabilirsiniz.

● Sınıfınızda atasözlerinin anlamlarını bilme yarışması düzenleyebilirsiniz. En fazla

sayıda atasözü bilen arkadaşınızın ismini o haftanın birincisi olarak sınıf panosuna

asabilirsiniz.

3 Comments


Guest
Apr 20

Köy Enstitüleri ile ilgili çok güzel bir öykü. Çocukların Köy Enstitülerini tanımalarını, oradaki harika işleyişi öğrenmelerini sağlayacak bir metin. Teşekkürler Sunday Özgen...

Like

Guest
Apr 18

Coook beğendim.

Like

Guest
Apr 18

Bu benim ve babamın ve köy enstitülerinin hikayesi.Bu güzel ülkem bir gün köy enstitğleri veya benzeri bir eğitim kurumlarına kavuşur. Zira eğitim her şeyin başı..

Like
İletişim
  • Instagram
  • Facebook

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

YAYIMCI: YAKIN KİTABEVİ İMTİYAZ SAHİBİ: LEVENT SALICI © 2021 KIPIRTI ÇOCUK DERGİSİ HER HAKKI SAKLIDIR. KAYNAK BELİRTİLMEK KOŞULUYLA YAZILARDAN ALINTI YAPILABİLİR. DERGİDE YAYIMLANAN TÜM ESERLERİN SORUMLULUĞU YAZARLARINA AİTTİR.

​SSS.-SİTE İÇİNDE ARADIĞIM METNİ NASIL BULABİLİRİM?

CONTROL+F TUŞLARINI AYNI ANDA TIKLAYIN. EKRANA GELEN BOŞ KUTUCUĞA ANAHTAR KELİMELERİ YAZIN. ÖRN. YAZAR İSMİ, BÖLÜM ADI, BAŞLIK VB. SONRA ENTER TUŞUNA BASIN. İLGİLİ KELİMELERİN OLDUĞU METİNLER RENKLENDİRİLMİŞ OLARAK EKRANINIZA GELECEKTİR.

bottom of page