top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıSibel Kebapcıoğlu

MİNİK SIPA VE ARKADAŞININ MACERALARI

Güncelleme tarihi: 1 Oca 2023



Bir varmış, bir yokmuş çok uzak diyarlarda bir ormanda, ailesi ile birlikte güvenli yuvasında yaşayan bir Minik Sıpa varmış. Doğduğundan beri, yuvasından hiç uzaklaşmamış, dışarıdaki kocaman dünyayı merak eder dururmuş. Gelin görün ki dışarı çıkmaya hiç cesareti yokmuş.

Bir gün Minik Sıpa, arkadaşı Mor Kaplumbağa’nın ziyaretine gitmiş. Bahçede yavaş yavaş dolaşıp sohbet ederken ona derdini anlatmış.

“Annem ve babam gibi tüm zamanımı bu kulübede geçirmek istemiyorum. Gezmek, dolaşmak farklı yerler keşfetmek istiyorum. Cesaretim yok yola çıkmaya, kaybolur evimi bir daha bulamazsam diye çok korkuyorum.”

Mor kaplumbağa atılmış, “Ben sana arkadaşlık ederim, seni hiç yalnız bırakmam, gidelim çok uzaklara, yeni arkadaşlar bulalım, sıkıldım bu ormanda.” Minik Sıpa düşünmüş, taşınmış. “Kaplumbağanın yavaşlığıyla bir arpa boyu yol alamayız,” demiş kendi kendine ama onun aklına ve bilgeliğine de çok güvenirmiş.

Birkaç eşyayla çıkmışlar yola. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler. Bir çiftliğe varmışlar. Kara Koyun’la karşılaşmışlar, biraz su ve yatacak yer istemişler. O geceyi çiftlikte geçirmişler. Kara Koyun sormuş, “Ne işiniz var bu diyarlarda?” Minik Sıpa anlatmış:

“Hayallerimin peşinden koşuyorum, peki sen ne yaparsın buralarda?” Kara koyun başlamış söylenmeye.

“Kardeşlerimle birlikte otlarım, süt veririm sahibime

Çalışırım gün boyu, gezmem sizin gibi delice.

Yerim yurdum bellidir, keyfim de yerinde

Burada doğdum büyüdüm, Yürürüm güzel günlere

Dünya dediğin nedir ki! Yanında ailen olmadıkça.

Benim dünyam burası sırtım sıcak oldukça.”


Sabah olmuş horozlar ötmeye başlamış, “Kalkın uyanın! Tembelliği bırakın üürüüüüü.” Mor Kaplumbağa ve Minik Sıpa kalkmış.

Biraz su, biraz katık tırmanmışlar dağlara. Girmişler ormana, bir tilkiyle karşılaşmışlar. Bir gölün kıyısında oturmuşlar. Kurnaz Tilki sormuş,

“Nereden gelir, nereye gidersiniz?”

Mor Kaplumbağa anlatmış. “Konaraktan göçerekten, lale sümbül biçerekten, kahve çorba içerekten. Sulu yerde peynir ekmek, susuz yerde kavun karpuz yiyerekten gezdik, geldik bu diyarlara.”

Kurnaz Tilki başlamış gülmeye, “Senin gibi yavaş bir kaplumbağayla gezmek mi? Varamazsın ki saraylara.”

Minik Sıpa atılmış, “Sanma arkadaşımı ağır, hızlı gider aslında. Onun aklı sayesinde düştük biz yollara. Annem nasıl güvenirdi o yanımda olmayınca.”

Kurnaz Tilki sevinmiş, “Artık yalnız değilim yeni arkadaşlarımla ben de eğlenirim.”

Tilki, Minik Sıpa ve kaplumbağayı götürmüş kulübesine. Yemekler ikram etmiş, onları dinlendirmiş oracıkta. Sabah olmuş, güneş doğmuş tilkinin çalışması gerekiyormuş. Sarayın kilerindeki erzakları taşıyormuş. Kaldırmış Minik Sıpa‘yla, Mor Kaplumbağa‘yı.

“Sizi daha önce hiç görmediğiniz muhteşem bir yere götüreceğim,” demiş.

Düşmüşler tilkinin peşine, gitmişler koskoca görkemli sarayın bahçesine. Bizim gezginler gördüklerine inanamamış, saray ne kadar da göz kamaştırıcıymış. Sarayın çalışanlarından biri Minik Sıpa‘yı çekmiş kenara,

“Neden dolanırsın ortalıkta? Bu gece misafirler var getirsene erzakları içeriye.”

Minik Sıpa şaşırmış, “Herhalde bir yanlışlık oldu,” demiş. “Ben dünyayı geziyorum, sarayınızda çalışmıyorum.” Saray çalışanı gülmüş,

“Akşama dünyanın dört bir yanından krallar, kraliçeler gelecek çabuk ol, çok işimiz var daha.”

Minik Sıpa heyecanlanmış, daha önce hiç kral görmemiş. “Dünya ayağıma gelecek resmen, azıcık yardım etsem ne var,” demiş. Koyulmuş işlere. Minicik boyuna bakmamış, akşama kadar sarayın tüm yükünü taşımış. Misafirler gelmeye başlamış. Minik Sıpa’nın gördükleri karşısında gözleri kamaşmış. Ne büyük arabalar, nasıl şatafatlı kıyafetler, uşaklar konukların etrafında pervane. Heyecandan bir anda gülmeye başlamış,

“Aaaaaiii aaaaaiiii.”

Muhafızlar koşturmuş, Minik Sıpa korkup kaçmış. Kaplumbağa arkasından yavaş yavaş yetişmiş.

“Tüh,” demiş tilki, “Her şeyi mahvettin. Ne güzel yan gelip yatıyordum. Onca erzak yükünden kurtulmuştum.” Kaplumbağa anlamış olan biteni, tilkinin kurnazlığıyla nasıl da işten kaytardığını. Olan olmuş ama gördükleri güzellikler yanlarına kâr kalmış.

Az gitmişler, uz gitmişler buğday tarlasından geçmişler bir dereye gelmişler bol bol su içip yola devam etmişler. İleride değirmen, kenarında bir kurt.

Kurnaz Kurt sormuş, “Ne ararsınız? Hangi rüzgâr savurdu sizi buralara?” Minik Sıpa cevaplamış,

“Ben diyeyim bu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan. Çıktık geldik çoook uzaklardan. Dünyayı geziyorum, değişik yerler görüp farklı arkadaşlar ediniyorum.”

“Oooooo memnun oldum,” demiş Kurnaz Kurt. Götürmüş değirmene, “Az dinlenin şuracıkta.”

Kaplumbağa ve Minik Sıpa yorgunluktan yığılmışlar. Sabah buğdayların hışırtısı, derenin çağlaması ve kuş sesleriyle uyanmışlar. Kurnaz Kurt gelmiş,

“Hadi çalışmaya,” demiş. “Yatmayın öyle miskin, azıcık yardım ediverin.” Gitmişler değirmene, bir de ne görsünler? Kara Koyun oracıkta bağlı bekliyor.

“Hayırdır Kara Koyun, senin ne işin var buralarda?” demeye kalmamış. Kurt hepsini hapsetmiş değirmene. En önde Kara Koyun, arkasında Minik Sıpa kurttan korkularına koşmuşlar. Daire çizip durmuşlar. Koşarken buğdayı öğütüp un haline getirmişler. Kaplumbağa başlamış dövünmeye:


“Hayda, huyda sıpayı yediriyorduk kurda,

Altmış tarla buğday nasıl döndü una.

Karnımızın bir tarafı doymaz çalışmak olmasa.

O tepe yağ olsa, bu tepe bal olsa.

Değmez hiçbirisi evindeki rahata.”






316 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page