BİLMECELİ BULMACALI DEDEM
- Gönül Ünal AYAR

- 6 saat önce
- 6 dakikada okunur

“Dedeeeee! Bu harika bir ev. Nerden aklına geldi?” diyerek havalara uçtuk. “Ufuktaki aydınlığa yürümek” sözünü ilk kez burada duymuştuk. Aslında dedeme sorabilirdik bunu. Çünkü dedem bilmece ustasıdır. Hem anlatır hem de düşündürür bizi. Bu hafta telefonda bu sözü soralım diye karar verdik kız kardeşimle.
Yetkililerin uyarısıyla sessizce beklemeye başladık. Ne oluyor diye çevremize bakınıyorduk. O da ne? Herkes eğilmiş aynı yere bakıyordu. Biz de merakla oraya baktık. Toprak renginde bir kabuk, turuncu bir karınla minik minik adımlar atan şeyler… Ben, “Aaa! Çikolatalı deniz kurabiyeleri bunlar!” diye bağırınca kumsaldakiler gülmeye başladılar. Şaşkınlıkla izliyorduk. Küçük kabuklular, ön yüzgeçleriyle kumları kendine çekiyor, arka yüzgeçlerinden kuvvet alarak ilerliyorlardı. Kum, şeker tanecikleri gibi pırıl pırıldı. Onlar yürüdükçe alttan ıslak kumlar çıkıyordu. Kurabiyeler kuma resim yapıyor gibiydi. Sanki annelerinin kucağına koşuyorlardı. Güneş de suya fenerini tutmuş onlara yardım ediyordu. Olamazdı böyle bir güzellik!
Yaşamımızda ilk kez caretta caretta görüyorduk. Ağzımız açık kalmıştı. Acaba gözleri güneşten kamaşıyor muydu? Denizi kokusundan mı tanıyorlardı? Ama daha önce koklamamışlardı ki! Islak kumların kokusu mu onları denize çekiyordu acaba? Aklımızda bin bir soruyla kıpırdamadan duruyorduk. “Dedem olsa bu kurabiyeler için hemen bir bilmece sorardı,” dedim İlke’ye. “Sahi dedemin bu haftaki bilmecesi neydi Arda?” diye sordu İlke. Çikolatalı kurabiyelere bakıp “Bir odası su, bir odası hava, diğeri toprak; Bu evde yaşayanlar bunlara ortak.” diye anımsattım.
“Bu hafta bilmecenin yanıtını araştırarak bulacağız. Bulursak dedem diğer bilmeceyi soracak,” dedim fısıltıyla. Bunu düşünürken gözlerimiz ufuktaki ışığa koşan deniz kurabiyelerindeydi.
“Nasıl da evlerini arıyorlar!”
Deniz kokusunu içimize çekerek ertesi gün tekrar gelmek üzere oradan ayrıldık. Eve doğru giderken annemin istediği maydanoz tohumlarını aldık komşu teyzeden. Yolda bahçemizdeki bitkileri konuşurken dedemin anlattığı bir hikâye aklıma geldi.
"Sen ardıç ağacının hikâyesini dinledin mi?” diye sordum İlke’ye. Bilmediğini söyleyince anlatmaya başladım. “Ardıç ağacının tohumları yere dökülünce bir kuş onları yiyormuş. Tohumlar kuşun midesinde yumuşuyormuş. Kuş onları toprağa bırakınca yeniden ardıç fidanı büyüyormuş. Bu kuşa da ardıç kuşu diyorlarmış.”
İlke öyküyü çok beğenmişti. “Heyy! Bilmecenin yanıtını buldum!” diye bağırdı birden. “Su, hava ve toprak. Biz canlılar, ortak kullanıyoruz. Nedir bu? Tabi ki Dünyamız… Dünya, hepimizin evi değil mi?”
Bence bulmuştu. Kutladım onu. Heyecanla dedemi arayacağımız günü bekleyecektik. Yanıtımız doğruysa yeni bilmecemiz ne olacaktı?
Yaşlı adam, torunları Arda ve İlke’ye yaşadığımız gezegenin ne kadar değerli olduğunu araştırarak bulacakları bilmeceyi sormuştu. Doğru yanıta ulaşacaklarından emindi. O da torunları için bir armağan hazırlayacaktı. Yaz tatiline az kalmıştı ve yetiştirmek için işe koyulmalıydı.
“Yarından tezi yok başlamalıyım,” diye düşündü masmavi gökyüzüne bakarak. Kuşlar kanatlarındaki bütün renkleri bulutlara bırakmış gibiydi. Güneş pırıl pırıldı. Yeni kesilmiş çayırların kokusunu içine çekti. Meşe, ardıç, ceviz ağaçlarının arasından geçti. Geçen yaz torunlarının çayırların üstüne yatıp yıldızları seyrettiklerini anımsadı. Ne güzeldi. Neydi o aradıkları yıldız? Hımm! En parlak yıldız. Sirius muydu? Onun gibi bir şeydi.
Eğildi, dereden avuçlarına su alıp saçlarını ıslattı. Her gece bu derenin sesiyle mışıl mışıl uyuduğunu düşündü. Yapacaklarını planlayarak tavuklarını yemledi, birkaç yumurtayı aldı, sepete koydu. Dere kenarındaki çalılıklardan biraz böğürtlen toplayıp yedi. Diktiği ağaçların eğilmiş dalları arasından çiçeklerin mis kokularını içine çekerek evine geldi.
Bu kez dedemi İlke arayacaktı. Büyük bir heyecanla “Dede ben buldum! Buldum!” diye yanıtı söyledi. Doğruydu! Ortak kullandığımız ev, Dünya’ydı. Bir yandan da ben, “Dede, biz çikolatalı deniz kurabiyeleriyle tanıştık. Sen de bunu bil bakalım, nedir?” diye bağırdım. Dedem, ”Düşüneyim, Ardacığım,” derken biz de sabırsızlıkla diğer bilmeceyi sormasını bekliyorduk.
Sonunda bilmece geldi. “İz bırakmadan yürü, azalt Dünya’nın yükünü.”
Geldi gelmesine de iz bırakmadan nasıl yürünürdü ki... “Yere basmayacak mıyız?Uzayla ilgili bir şey mi?” diye sorunca dedem yine, “Araştırınca bulursunuz,” diye yanıtladı ve telefonu kapattı.
İkimiz de bir astronot gibi yürüme taklitleri yapıyorduk. İz bırakmadan… İz… İz… diye tekrar ederken birden, “Yarın yine sahile gidiyoruz Arda,” dedim. Aynı anda ikimiz birden “Carettalaaar!” diye bağırdık. “Belki de onların izlerinden bir şeyler buluruz.”
Ertesi gün erkenden sahildeydik. Yetkililer kıyı şeridindeki evlere, lokantalara, müzikli yerlere bir gün önce yaptıkları uyarıyı tekrar ediyorlardı:
“Işıklarınızı azaltın. Gürültü yapmayın. Kumsalda gezmeyin lütfen.”
Çikolatalı kurabiyeler ışıkları görünce yollarını şaşırıyorlarmış, gürültüden korkuyorlarmış. Kumsalda gezenler de onlara basıyormuş.
“İşte iz bırakmadan yürümek bu olabilir,” dedim İlke’ye." Caretta carettaları ezme, ayağına dikkat et. Yani ayağınla yaptığın iz onlara zarar vermesin.”
“Korkutma! Yolunu kaybettirme!” diye devam etti İlke. “O halde ışıklar onlara yollarını kaybettiriyor. Gürültü, korkutuyor. Böylece başka bir iz bırakmış oluyoruz biz de!”
Ben, “Evet kötü iz,” derken yüzünü buruşturdu kız kardeşim.
Sanırım yanıta yaklaşmıştık.
Yaşlı adam, sabah erkenden ormana gitti. Ağaçların kırılıp yere düşen kuru ve sağlam dallarını toplayıp eve getirdi. Ormana zarar vermezdi asla. Nine onun yine bir hevesle çalışacağını anladı. Bir yandan da yardım etmek istedi. Bahçede, dalları boy ve kalınlıklarına göre ayırdılar. Ninenin getirdiği kalın ipi de birkaç parçaya böldü yaşlı adam. Dalları yan yana getirdi. İple birleştirerek sağlam bir tabaka yaptı. Bütün dallardan bu şekilde birkaç tabaka hazırladı. Yaşlı karı koca, “Bugünlük bu kadar yeter,” diyerek, ardıç ağacının altındaki kütüğe oturdu. Birer bardak vişne şurubu içerek sohbet etmeye başladılar. Torunlarını özlediklerini, geldiklerinde ne kadar mutlu olacaklarını konuştular. Nine kitabını eline aldı, sayfalarını karıştırırken geçen yaz İlke’nin “Nine, kitap okurken aklım tatile çıkıyor,” sözünü anımsattı. Kahkahaları gökyüzünden gelen kanat sesleriyle birleşti.
Sahildeki incelemelerimiz bitince çabucak eve geldik. Bu “iz” konusunda ailemizden yardım almalıydık. Annem, “Hepimiz bu dünyada yaşıyoruz. Yani bütün canlılar olarak onu ortak kullanıyoruz. Bu yüzden gezegenimize özenli davranmalıyız. İnsanların dünyaya verdiği zararlara karbon ayak izi diyoruz.”
“Suyumuz, hava, toprak bir gün tükenecek öyle mi?” diye sordu İlke.
“Evet, bizden sonraki kuşaklar da aynı gezegende yaşayacak. Onlara güzel bir dünya bırakmak, sorumluluğumuz. Biz evimizde buna çok önem veriyoruz, biliyorsunuz,” diye ekledi annem.
“Haklısın anne, meyve yıkadığımız suyla çiçeklerimizi suluyoruz. Çöpleri kardeş kardeş ayrıştırıyoruz. Suyu, elektriği gereksiz yere kullanmıyoruz. Meyve çekirdeklerini kırlara atıyoruz.” diye art arda sıraladık bir çırpıda.
Telefon zamanı gelmişti ve bu kez ben söyleyecektim bilmecenin yanıtını. Aceleyle sıraladım sözcükleri. “Karbon ayak izi!” Doğruydu. Dedem yine bizi kutladı. O da bizden kurabiyeler için ipucu istedi. Küçücük bir ipucunun ardından yanıtı bildi hemen gözlemlerine dayanarak.
Vee sıradaki bilmece farklıydı biraz.
“Üç göreviniz var: Sevgi duymak, saygılı olmak, sorumlu davranmak. Bu görevleriniz ne olabilir?
Bu kez şifreyi çözmüştük. Dedem bize iyi bir dünya emanet etmişti. Bizden de emanetin değerini bilip gelecek kuşaklara devretmemizi istiyordu. Ah dedeciğim, biz zaten tüm canlıları sevmeyi, doğaya saygı duymayı senden öğrenmiş, ninemin masallarıyla büyümüştük.
Ne denli şanslı olduğumuzu düşünerek kendimizi yine sahilde bulduk. Çikolatalı kurabiyelerimizin hepsi deniz annelerine kavuşmuşlardı. Yetkililer son çalışmalarını yapıyorlardı. Yanlarına gittik, tam “Biz kardeşimle caretta sözü verdik,” demeye kalmadan “Siz caretta gönüllüsü olmak ister misiniz?” diye sordu bize bir görevli. Ne yapacağımızı bile öğrenmeden hemen kabul ettik. Bize kartlarımızı verdiler. Bir form doldurtup kaydımızı yaptılar. Üzerinde sevimli çikolatalı kurabiye resimleri olan kartlarımızı alır almaz eve koştuk. Sevinçten havalara uçuyorduk. Annemlere ve doğal olarak dedeme müjdeyi verecektik.
Yaşlı adam artık projesini bitirmeliydi. Çocuklar yakında geleceklerdi. Her şey hazır olmalıydı. Meşe ağacının dallarını açmış, geniş yerine sağlam kalaslarla bir zemin yerleştirmişti. Dallardan yaptığı plakaları zeminin duvarları olacak şekilde sabitledi. Pencerelerini ayarladı. Balkon çitlerini de yapınca çatıyı kapattı. Çocukların ağaç evi hazırdı artık.
Sıra evin içini döşemeye gelmişti. Nine, yünden hazırladığı şilteyi, diktiği mavi, turuncu, yeşil minderleri getirdi. Hepsini bir güzel yerleştirdiler. Küçük kitaplığı duvara astı. Masayı kitaplığın altına koydu. Arda’nın çok sevdiği dürbünü, İlke’nin bayıldığı kurmalı müzik kutusunu da masanın üstüne…
Artık küçük balkonlu ev bitmişti. Bu ev, çocukların kocaman dünyası olacaktı. Evden çektiği bir kabloyla aydınlatma işi de tamamlandı. En son yine dallardan yaptığı ip merdiveni yerine asınca nineye, “Artık gelebilirler. Her şey tamam,” dedi
Sonunda yolculuğumuz başlamıştı, bilmeceli bulmacalı dedemize ve tatlı ninemize kavuşacaktık. Verdiği üç görevi yerine getirdiğimizi anlatacaktık ona. Nasıl Caretta gönüllüsü olduğumuzu söylemek için de sabırsızlanıyorduk.
Yolculuk, köyde yapacaklarımızı konuşarak geçiyordu. Ay ışığında toprak yollarda bisiklet sürmeyi özlemiştik. Balık tutacaktık. İlke, ”Sen yine balıkları dereye atarsın,” deyince kahkahayı patlattık. Derede yüzecektik. Ormanda renk arama oyunu oynayacaktık. “Çiçek ve yaprak toplayıp gazeteler arasında kurutmayı unutmayalım. Koleksiyonumuzu öğretmenimiz çok beğenmişti,” dedim. Doğa yürüyüşleri yapacaktık dedemle. Ardıç ağacının altında kitap okumak, çayırlarda top oynamak, salıncakta sallanmak, daha bir sürü şey…
Yolculuğumuz çabuk bitti. Annemler arabadan valizleri indirirken biz eve doğru koştuk. Ninem bahçede bizi bekliyordu. Uçarak ona sarıldık. “Dedem nerede?” diye sormaya kalmadan “Kimler gelmiş bakalım,” diyen sesini duyunca ona doğru fırladık. “Sürprizi şimdi mi göstereyim, yemekten sonra mı?” diye sordu dedem. Bizim yanıt vermemize fırsat kalmadan, “Hadi bakalım, beni takip edin. Dere kenarındaki meşe ağacının yanına gidiyoruz,” dedi.
Gördüğümüz ağaç ev karşısında şaşırıp kalmıştık. Toparlanınca, “Siz de benim çikolatalı kurabiyelerim değil misiniz?” diyerek güldü dedem. Yine yapmıştı yapacağını. Şimdi bize, “Bilmeceleri doğru bildiniz ya!” diyecekti. Oysa onun bizi mutlu etmek için hiç bir bahaneye ihtiyacı yoktu. O bizim ufkumuzdaki ışıktı ve biz hep bu aydınlığa yürümek istiyorduk onun izinden.
Hayal ettiğimizden daha güzel bir yaz tatili bizi bekliyordu.
*Bu etkinlik Betül Çakıroğlu tarafından hazırlanmıştır.
KONU: Dede sevgisi ile beklenen yaz tatili.
TEMA: Aile sevgisi, doğa, deniz kaplumbağalarının korunması
ANAHTAR KELİMELER: Dede, Bilmece, Deniz Kaplumbağası, Yaz Tatili, Sürpriz, Doğa.
KIPIR KIPIR DÜŞÜNCELER:
Hiç deniz kaplumbağası gördünüz mü? Koruma altındaki türler hakkında neler biliyorsunuz? Çevrenizde koruma altında türler var mı?
Kuşların ekosistem için önemli rolleri vardır. En sevdiğiniz hayvanı düşünün. Bunun ekosisteme faydalarını bulmaya çalışın.
Karbon ayak izi ne demek? Bunun hakkında düşünelim.
Yaz tatilinde yapmayı sevdiğiniz neler var?
Ağaç evi görünce çocuklar neden şaşırdı? Siz bir ağaç ev görseniz havaya uçar mısınız?
KIPIRDATAN ETKİNLİKLER:
Bir bilmece: Nehri var suyu yok, dağı var taşı yok, ormanı var ağacı yok, köyü var insanı yok. Bu nedir?
Turtle: The Incredible Journey belgeselini izlemeye ne dersiniz? Yumurtadan çıkan bir deniz kaplumbağası ne zorluklarla karşılaşıyor belgeselde izleyebilirsiniz.
Bu siteyi inceleyelim. Deniz kaplumbağaları hakkında detaylı bilgiye sahip olabiliriz.
Bir ağaç ev tasarlasanız bu nasıl olurdu? Çizelim, boyayalım ve konuşalım.
Karbon ayak izimizi azaltmak için neler yapabiliriz. Araştıralım.



Yorumlar