KARAHAN İLE AYŞAH
- Dilşad Deniz KAYA
- 16 Haz
- 4 dakikada okunur

Koca göbekli ihtiyar dünya,
Kimlere olmadı ki yuva?
Kanatlısı kanatsızı mı dersin?
Yırtıcıdan kaçan çaresiz avı mı?
Suya dalıp çıkanı mı dersin?
Yelelerini savurup rüzgârla yarışanı mı?
Havada uçan, karada kaçan, denize batıp çıkan sığdı da bu dünyaya,
Aklında kırk tilki dolanan insan sığmadı yedi cihana.
Ne kumu, fırtınası durdurdu çöllerin,
Ne kasırgası, anaforu vazgeçirdi denizlerin.
İnsanoğlu bu; kabına sığmaz, yerinde durmaz.
Yüreğinde iyilik, dürüstlük olmayana krallık bile dayanmaz.
Uzak diyarlardan birinde, bir garip çoban almış başını, dere tepe demeden ilerlemiş. Yemiş, içmiş. Görmüş, geçirmiş. Çayırlar yeşermiş, yapraklar tomurcuklanmış. Ay Güneş’i, Güneş Ay’ı kovalamış. Derken çoban bir gün, başı dumanlı bir dağın yamacındaki Altın Göl’e ulaşmış. İçinde bin bir çeşit balığıyla göl, yalım yalım parlarmış. Çoban, bu güzelliğe görür görmez vurulmuş. Hemen oracığa çadırını kondurmuş. Sonra nice çobanlar gelmiş, başucuna kurulmuş.
Suyun kenarındaki onlarca çobanın hikâyesi, kuşun kanadında diyardan diyara yayılmış. Sürülerinin bereketi, binlerce koyunun kuzunun melemesi kulaktan kulağa fısıldanmış. Duyan duymayana anlatmış. Gören görmeyeni kıskandırmış.
Çobanların içinde Karahan adında bir yiğit varmış. Öyle cengâver, öyle mertmiş ki bir yumruğuyla yalçın kayaları parçalarmış. Kimin başı sıkışsa, kimin hakkı yense, soluğu Karahan’ın yanında alırmış. Güçsüzün ezilmesine, hakikat dururken yalana başvurana, bir de hor görülmeye dayanamazmış genç adam. Gücü kuvveti yalnızca bileğinde değilmiş üstelik. Yüreği de demirden bir gülle, kor alevden bir mangal imiş. Bu civanmert, eli silahlı onlarca düşmana aman vermezken küçücük karıncayı ezmemek için koca obayı tek eliyle yerinden kaldırırmış. Şöyle söylermiş dost meclislerinde:
Açgözlü, kurnaz insan bilmez ki haddini.
Kurdu kuşu, ceylanı aslanı bu toprağın gerçek sahibi…
Tabiat Ana’ya saygı duymazsan ey akıllı geçinen enayi!
Heder olursun, bulamazlar bile kabrini!
Karahan’ın namı almış, yürümüş. Adı, Arakan Kralı’nın kulağına çalınmış. Kral, önce durmuş düşünmüş, taşınmış. Sonra azıcık da kaşınmış.
“Seyislere haber salın! Atlarımı Altın Göl’e götürün! Çadırlar kurula. Kopuzlar, tarlar çalına!” diye buyurmuş. İşte böylece şölen hazırlıkları başlamış.
Kralın atları göle varmış varmasına da bir tanesi ok gibi yerinden fırlamış. Geceden daha kara, fırtınadan daha hırçın bu küheylanı dizginlemek ne mümkün? Kişnemesi yeri göğü inletmiş. Uzanan ellere, yelesi kamçı gibi inmiş! Ne zaman ki Karahan karşısına geçmiş, asi hayvan uysallıkla boyun eğmiş.
Atı üç defa çadıra götürüp bağlamış seyisler. At, kuş olmuş, yel olmuş, soluğu Karahan’ın yanında almış. Seyisler bu işe şaşıp kalmış, çobanlar hayretle kafa sallamış. İşte o zaman Balaban Tigin adında bilge bir kişi,
“At, sahibini tanır. Bu at, Karahan’ındır!” demiş.
Arakan Kralı, göle varınca olanları öğrenmiş. Öfkeden kudurmuş kudurmasına da elden ne gelir? Bir Karahan’a bakmış, bir kendine. Bu cihangiri yenecek güç nerede? Bileğiyle alt edemeyince rakibini, çalıştırmış kurnaz zihnini.
“Ey yiğitler! Her kim ki bu kudretli dağın tepesine tırmanır, karın içinde çıplak elle ateş yakarsa kızım Ayşah’ı ona vereceğim!” diye bağırmış.
Çobanlar, civar köylerden çıkıp gelenler, gezginler, avareler düşmüş yola. Ayşah’ın gülümseyen bir bakışı da, Karahan’ın yüreğini çevirmiş közden kora.
Dağa uzanan yolda, sonu gelmez kervanlar gibi uzayıp giden bu insancıklar, tipiden tufandan nasibini almış. Gök, elinde avucunda ne varsa kara, doluya çevirip yağdırmış. Rüzgâr, öfkeden deliye dönmüş bir canavar gibi tozu dumana katmış. O kadar uzun sürmüş ki yolculuk, yelkovan akrebi kovalamayı bırakmış.
Kimi buzdan bir heykel gibi kaskatı kesilmiş. Kimi açlıktan susuzluktan kurda kuşa yem olmuş. Yüreğine kötülük tohumu ekenler, hasatlarında öfke biçip yok olmuş.
Doğruluktan, dürüstlükten bir gün olsun ayrılmayan Karahan, dağın zirvesine kartal gibi konmuş. Ellerini birbirine sürtüp kıvılcımlar çıkarmış. Sevdiceğine duyduğu özlemle üflemiş, ateşi harlamış.
Obadakiler, “Yaşa, yaşa, yaşa! Bu ateşi yakan, kim ola Karahan’dan başka?” diye sevinç çığlıkları atmış. Kral da adı gibi biliyormuş ateşi yakanın kim olduğunu. Yalnız gözünün gördüğünü, dili reddediyormuş!
“Hile yaptı Karahan! Eliyle yakmadı ateşi!” sözleri çadırların arasında çın çın ötmüş. Göğe yükselmiş, rüzgâra karışmış, Karahan’ın kulağına çalınmış.
Dağın zirvesindeki yiğit, “Bu mu senin adaletin?” diye bağırmış yeri göğü titreten sesiyle. Şimşekler çakmış, amansız bir tufan kopmuş. İşte tam da o an, Ayşah’ın sevdasıyla kavrulan yüreğine, haksızlığa uğramanın ateşi düşmüş. Ayaklarından başlamış yanmaya, paçaları tutuşmuş. Elleri kolları ateşin turuncu, kırmızı, altın ışığıyla parlamış. Meydan okuyan gözlerinden yakıp yıkan kor alevler fışkırmış!
Seyisler, çobanlar, bir avuç aklı olanlar donup kalmış. Kulaklar sağır, gözler görmez olmuş. Karahan, tepeden tırnağa bir alev topuna dönüşmüş. İşin tuhafı bunca ateşin içinde onun yanmamasıymış.
“Gördün mü ateşi Arakan’ın kralı?” diye kükremiş bu kez.
Yalancı kral utanmadan, “Büyü yapıyorsun sen! Kelleni alacağım Karahan!” diye bağırmış. Yiğit delikanlı öyle bir hışımla bakmış ki, gözlerinden fışkıran alev, kralı tutuşturmuş. Cayır cayır yakmış, közlerini kül etmiş!
Hak yerini bulmuş.
Karahan, Ayşah’a kavuşmuş. Balaban Tigin, almış eline kopuzu. Başlamış çalıp söylemeye.
Kürküne süsüne aldanma,
Hainlik edip halkına,
Sarayına saklanma!
Adalet, her şeyi gösteren bir ayna.
Er geç ortaya çıkar, karşı koysan da!
Sen sen ol, dürüstlükten şaşma!
Kötüler mahkûmdur ateşte yanmaya.
Hangi güç yeter ki sevdalıları ayırmaya?
İnsan bir yolcu, fanidir dünya.
Dürüstlük, mertlik, sevda kalır akılda.
Gök kubbede birbirinden görkemli üç at belirmiş.
Kanatlarını çırptıkça kıvılcımlar çıkaranın adı Nar imiş.
Yeryüzündeki kini, nefreti, savaşları ateşe vermiş kızıl alev rengindeki Nar. Küllerini de kanatlarıyla rüzgâra savurmuş.
Siyah bir inci gibi parlayan Yar, Ayşah ile Karahan’ı terkisine atıp ebemkuşağının içinde gözden kaybolmuş.
Tar adındaki beyaz kısrak da bu masalı dinleyenleri imgeler, düşler ve umutlar diyarına götürmüş.
Sözlük:
Meclis: toplantı
Kopuz: Türk ve Altay halk kültüründe bir çalgı. Bağlamanın atası olan müzik aletidir.
Tar: Uzun saplı; İran, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve kısmen Türkiye'de kullanılan telli bir çalgı.
Bu etkinliği Hülya Poyraz hazırladı.
KONU: Karahan’ın doğruluk ve cesaretle kralın haksızlığına karşı durmasını anlatır.
TEMA: Adalet ve dürüstlük gelişi
ANAHTAR KELİMELER: Adalet, dürüstlük, cesaret, doğa
KIPIR KIPIR DÜŞÜNCELER:
Karahan’ın gözlerinden çıkan alevle kralın yanıp kül olmasıyla sizce haksızlık son bulmuş mudur?
Bir insan dürüst olduğu hâlde haksızlığa uğrarsa ne yapmalıdır?
Sizce hak/ haksızlık ne demektir?
Sizce adalet ne demektir? Adil olmak ne demektir?
KIPIRDATAN ETKİNLİKLER:
Amaç: Dürüstlük ve adaletle ilgili bedensel farkındalık geliştirmek
Uygulama:
Eğitmen “doğru davranış – yanlış davranış” örnekleri okur:
– Sırasını bekleyen biri
– Arkadaşının oyuncağını izinsiz alan biri
– Haksızlığa uğrayınca sessiz kalan biri
– Doğruyu söyleyen biri vs.
Çocuklar her örnek için bir heykel oluşturur:
– Bedenleriyle donuk bir poz alırlar (öfke, sevinç, suçluluk gibi duygularla).
Her heykel tamamlandığında eğitmen birkaç çocuğa “Senin bedenin ne söylüyor?” diye sorar.
Amaç: Masaldaki adaletsizlik temasını bedensel ve duygusal yollarla deneyimlemek
Uygulama:
Gruplar oluşturulur (4-5 kişilik). Her grup şu sahneyi canlandırır:
– Karahan dağa tırmanır.
– Diğerleri ona engel olur ya da kıskanır.
– Karahan zirvede ateşi yakar ama kral onu suçlar.
Her grup sahneyi sessiz bir tablo (donuk imge) ile başlatır. Ardından 2-3 replikle kısa sahne canlandırılır.
“İç ses” tekniğiyle Karahan’ın içinden geçen düşünceler dile getirilebilir.
Çember olunur. Her çocuk sırayla şu cümleyi tamamlar:
– “Karahan’ın yerinde olsaydım…”
– “Bu masaldaki ateş bana…”
– “Adalet bence…”
Dileyen çocuklar Karahan’a ya da ateşe bir mektup yazabilir.
Comentarios