top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıNermin ŞENOL

GÜZEL BİR GÜN

Güncelleme tarihi: 1 Ara 2023



Sabah kahvaltımı kafese koyduklarında, bugün beni nelerin beklediğini bilmiyordum. Marullarımı, lahanalarımı iştahla yedim. Yavaş yavaş, her bir lokmanın tadını ala ala... Güneş saat 10’u gösterdiğinde öğrenciler gelmeye başladı. Parmaklıklardan bana bakıyor, sesleniyorlardı.

“Udiiii! Udiii dev kaplumbağa… Buraya bak, buraya…”

Neyse ki ellerinde yiyecek bir şey yoktu. Çünkü dışarıdan verilen yiyecekleri yemek yasak.

Hava iyice ısınmaya başladığında güneş tepedeydi. İçme suyum bitmek üzereydi. Bakıcım belki fark ederdi ama ortalıkta görünmüyordu. Bunu düşünürken geldi. Uzun ak saçları dağınıktı. Yüzü gülüyordu, neşeliydi. Kamburunu çıkara çıkara yürüyordu. Nerede o eski günlerdeki genç adam? Suyumu değiştirdi. Elindeki ikramlık tepsiyi bir kenara koydu. Üzerinde ağzıma layık yeşillikler vardı. Hızlı hızlı ilerlemeye başladım. Tam yaklaşmıştım ki geldi ve tepsiyi kafesin diğer köşesine koydu. Oraya doğru ilerledim. Aynı şey oldu. Tepsinin yerini değiştirdi. Geldi başımı okşadı:

“Acele etme Udi. Biraz bekle.”

Onunla yirmi yıldan fazla birlikteyiz. Buraya ilk geldiğinde gençti, yakışıklıydı. Beni herkesten çok severdi. Bazen benimle sohbet ederdi. Deli dolu biriydi. Baktığı hayvanlara çok iyi davranıyor, hatta onlara özgürlük alanı bırakıyordu.

“Biliyor musun?” diye başlardı. Ben de yanıt verirdim. “Anlatmadın ki, nasıl bilebilirim.” O beni anlamazdı ama ben yine konuşurdum.

“Seni buradan çıkarmayı çok isterdim ama bunu yapabilecek ne param var ne de çevrem. Düşünsene seni yağmur ormanlarına bırakıyormuşum. Özgürlüğüne kavuşuyormuşsun ama orada bir hayvana yem oluyormuşsun. Çok korkunç. Burada özgür olmanı sağlayabilirim,” dedi bir gün.

O günden beri beni parkta gezdiriyor. Öyle mutlu oluyorum ki. Diğer hayvanlarla konuşuyorum, dertleşiyoruz. Ben halimden mutluyum ama herkesin dilinde özgürlük şarkıları, kafessiz bir orman özlemi var. Daha büyük bir alan. Daha hızlı koşmak. Zıplamak, yağmurlarda toprağın ve yeşilliklerin kokusunu almak.

Bakıcım bir gün elinde kocaman bir sele ile geldi yanıma. İçindekileri teker teker yere bıraktı. Bunlar benim iki aylık yavrularımdı. Yirmi yumurtanın yirmisinden de yavru çıkmıştı. Eline aldığı bir yavru ile bana yaklaştı. Onu sırtıma bıraktı. Sonra da çıkış kapısına yöneldi, eliyle beni çağırdı.

“Gel, haydi Udi gidiyoruz!” dedi.

Gözüm tepsideki yeşilliklerdeydi. Oraya yöneldim. Bana engel oldu. Tepsiyi alıp yavruların önüne bıraktı. Çocuklara ait olan her şeye dokunmak yasaktı. Ağır ağır yürüyerek kafesten çıktım. Öğrencilerin arasında ilerlemeye başladım. Konuşmaları duyuyordum.

“Bir şey yapar mı?”

“Isırır mı?”

“Bu kaplumbağa mı?”

“Bilmece biliyor mu?”

“Aaa sırtında yavrusu var!”

“Aaaa!”

İnsanlar kaplumbağaların bilge ve zeki olduklarına inanırlar. Onlara göre bilmece bilmeyen kaplumbağa yoktur. Ben de biliyorum. ‘Yanına geldim bir kabuk. Uzaklaştım altından çıktı beş çubuk. Bilin bakalım bu nedir?’ Bu elbette bir kaplumbağa. Kaplumbağalar yanlarına birisi yaklaştığında evinin içine girip saklanır. Bacakları ve başı görülmez.

Biraz yürüdükten sonra geri döndük. Kafesin kapısına geldik.

“Kim kaplumbağaya yemek vermek ister? Korkmayanları görelim bakalım,” dedi bakıcım.

Üç çocukla birlikte kafese girdi. Başlarında öğretmenleri de vardı. Çocukların kulağına bir şeyler fısıldadı. “Anlaştık mı? Bir, iki, üç dedim mi hep birlikte söylüyoruz.” Akıllı çocuklar, başlarını “tamam” anlamında salladılar. Acaba ne yapacaklardı?

“Bir, iki, üüüç!”

“İyi ki doğdun Udiiii! İyi ki doğdun Udiii! İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun Udiii!”

Hep birlikte bağırıyorlardı. Kafesin dışındaki öğrenciler de onlara eşlik ediyorlardı. Hem bağırıyor hem de el çırpıyorlardı.

Bakıcım, çocukların ellerine bir tepsi verdi. Bu öncekinden büyüktü. Bana doğru uzattıklarına göre içindekiler bana aitti. Ağır ağır yürüdüm. Çocuklar ellerindekini yere bırakıp geri çekildiler. Yaklaştım ve içindekileri afiyetle yemeğe başladım. Sırtımdaki yavrum "Pat!" diye tepsideki yeşilliklerin arasına düştü. Yapraklara bir saldırışı vardı, görülmeye değerdi. Çocuklar ona bakıp kahkahalarla gülüyorlardı.

Bakıcım yanıma geldi. Eliyle sırtımı okşadı:

“Udi, artık doksan yedi yaşında bir kaplumbağasın. Bugüne kadar kaç yavrun oldu hesaplamadım. Fakat hepsinin keyfinin yerinde olduğundan eminim. Yağmur ormanlarında senin yerine de geziyorlardır. Soyunun devam etmesi için senin burada olman önemli. İyi ki benimlesin. Umarım beni anlıyorsundur,” dedi.

İyi ki onunlayım, diye düşündüm. Onunla olduğum için şanslıydım. Kentin sokaklarında kendi başlarına dolaşamayan çocuklar kadar da şanssızdım.

Sevgili günlük, çocukları seviyorum. Biraz birbirimize mi benziyoruz, ne?


227 görüntüleme4 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page