Merhaba, ben Serciyo. Dört yaşında bir yılanım. Durun, lütfen benden çekinip
okumayı bırakmayın! Biliyorum, siz insanlar zararsız bile olsak bizi sevmiyorsunuz.
Görünüşümüzü ürkütücü buluyorsunuz. Türünüzün farklılıkları sevmediğini, görmek
istemediğini şu kısacık yaşamımda öğrendim.
Yaş hesabımız insanlar gibi olmasa da hâlâ çocuk yılanım. Ama türüm nedeniyle çok
minyonum. Hiçbir zaman kocaman bir yılan olamayacağım. Evden çıkarılmadan önce insan
ailem de bana bebek yılan diye seslenirdi. Daha doğrusu ‘Ayyy bebek yılaaannn!’ diye çığlık
atardı. Şimdi ise ‘Serciyooo!’ diye sesleniyorlar.
O evde mutluydum. Ta ki insan ailem beni fark edene dek. Sonra elbette işler çok
değişti. En iyisi her şeyi başından anlatmak.
Ben Serciyo. Evin arkasındaki ormanda annem, babam ve on beş kardeşimle birlikte
yaşıyordum. Günün birinde çıkan korkunç fırtınada hepimiz bir köşeye savrulduk. Günlerce
onları aradım. Ama hiçbirini bulamadım.
Bir akşam kahkaha sesleri gelen o evi fark ettim. Camdan içeriyi izlediğimde etrafta
koşuşturan iki küçük çocuk gördüm. Ayrı köşelerde, minderlerinde uyuyan kedi ve köpek
vardı. Anne ile baba mutfakta yemek hazırlığındaydı. Kocaman bir şömine yanıyordu. Mutlu
ve sıcak bir evdi. Manzaranın keyfini çıkarırken zıp zıp zıplayan tüylü bir şey gördüm. Öyle
hızlı hareket ediyordu ki ne olduğunu anlamam için biraz zaman geçmesi gerekti.
Bu tüy yumağı, bir tavşandı. Hem de cin gibi bir tavşan. Camdan bakan beni hemen
fark etti. Hızla kafamı eğdim. Ama çok geçti, beni görmüştü. İnatçı şey… Patileri ile cama
vurmaya başladı. O gece bu inatçı tavşan yüzünden başımı bir daha çıkarıp eve bakamadım.
Sabah hava aydınlandığında gizlendiğim delikte bir şey keşfettim. Salona, yani evin
içine uzanan incecik bir tünel vardı. Saklandığım yerde “Bu ev benim için doğru yuva” diye
düşündüm. Farklı türde hayvanlar yaşadığına göre, benim gibi birini de aralarına kabul
ederlerdi.
Dikkatlice tünelden süzülüp salona geçtim. Kedi ve köpek derin uykudaydı. Hatta
köpek horluyordu. Ben tavşandan korkuyordum. Mutfağa doğru süzülünce onun da büyükçe
bir kafeste uyuduğunu gördüm. Rahat bir nefes aldım. Tavşanın ortalıkta zıplaması varlığım
için büyük tehditti.
Çok büyük bir evdi. Merdivenden çıkılan üst katta, yeni ailem uyuyor olmalıydı. Ama
alt kat, bana yeter de artardı. Salona giriş yaptığım tünelde yaşar giderdim. İhtiyaç
duyduğumda dışarıya süzülürdüm.
Hayallerime dalmışken bir ses duydum. Dönüp baktım, tavşanın kafesi boştu. “Hay
aksi, nereye kayboldu bu tüy yumağı?” diye düşünürken üst kattan gelen şangırtıyla irkildim.
Kesin bu cingöz tavşan yukarıda bir şeyler karıştırıyordu. Gürültüden kedi ve köpek,
uykularında huzursuzca kıpırdandı. Neyse ki uyanmadılar.
Dikkatlice dolaşmaya devam ettim. Tam yuvama dönmeye niyetlendiğim sırada tüy
yumağıyla burun buruna gelmez miyiz? Ne yapacağımı şaşırdım. Eğilip sinsice beni kokladı.
Patisini havada gördüğüm sırada hızla süzülüp yuvama kaçtım. Arkamdan zıp zıp beni takip
etti. Yuvadan başımı çıkarıp seslendim,
“İşte böyle avucunu yalarsın tüy yumağııı!”
Dediğimi anlamış gibi hışımla patisini tepeme indirdi ve yine ıskaladı.
Evet, bu evde şahane bir hayat beni bekliyordu. Yeter ki tavşana yakalanmayayım.
Tüy yumağı tehlikesine rağmen yeni evimde iki yıl geçirmiş olmalıyım. Çünkü tam
yuvamın üzerine iki kez yılbaşı ağacı kurdular. Günlerce tepemde yanan dönen o renkli ağaç
yüzünden geceleri uyuyamadım. Olsun. Yine de mutluydum.
Akşamları onlarla birlikte film izliyor, yere dökülen atıştırmalıkların tadına bakıyor,
sabah kahvaltılarında neşeli müziklerine eşlik ediyordum. Her şey çok güzeldi. Ta ki bir gün
salonda insan annemle göz göze gelene dek!
Annem çığlığı basıp bir sıçrayışta mutfağa uçtu.
“Ayyy! Evde bir yılan var. Hem de bebek yılaann!”
“Dur anne, korkma. Ben zararsız bir yılanım. Aile geçmişim su yılanlarına…” diyecek
oldum ama boşuna. Annem elinde tabancayla geri döndü. Onun gürültüsüne insan
kardeşlerim, babam, kedi ve köpek de koşup geldi. Çaresiz pencere altındaki yuvama kaçtım.
Kardeşlerim ve insan babam, anneme göre daha sakin, hatta sevecendi. Başımı
korkarak yuvadan uzattım. Kardeşlerimden biriyle göz göze geldim. Bana gülümsedi. Annem
hâlâ tabancayı doğrultup anlamadığım şeyler söylüyordu.
Babam tabancayı alıp yuvama bir sıvı boşalttı. Zaman içinde genişlettiğim boşluğun
büyük kısmı bu sıvıyla doldu. Kısa süre içinde sıvı soğuyup sertleşti. Hâlâ hareket edecek
yerim vardı ama eskiye göre çok küçülmüştü. Sanırım beni istemiyorlardı. İçim büyük bir
hüzünle doldu. Gözümden iki damla yaş gelir gibi oldu. O gece ve birkaç gün yuvamdan hiç
çıkmadım. Canım bir şey yemek de istemiyordu.
Arada kedi, köpek ve hatta tavşan ziyaretime geliyordu. Varlığımın farkındaydılar.
Sanki istenmeyişim onları da üzmüştü. İlk günden düşman bellediğim tavşan bile havucundan bir parçayı benimle paylaştı.
Bir hafta sonra annem, elinde o gürültülü hiç sevmediğim kırmızı aletle salonda sağa
sola gidip geliyordu. Bu kırmızı gürültücü canavar, benim gibi atıştırmalık kırıntılarına
bayılıyordu. Çıldırmış gibi bağırarak bir yandan da kırıntıları ve yere dökülen ne varsa
yutuyordu. Hepsini o yutmadan ben de biraz yiyeyim diye düşündüm. Tam birkaç kırıntı
almıştım ki yine annemle göz göze geldik. O, kırmızı canavarı tuttuğu gibi yukarı kaldırdı.
Canavarın gölgesi üzerime düştü. Tam tepeme ineceği sırada kardeşlerimden biri beni
avucunun içine aldı. Havalandım. Onun sevecen bakışları içimi rahatlattı.
Annemin çığlığı dinmiyordu.
“Ayyyy! Bebek yılan gitmemiş. Hâlâ evdeee!”
Kardeşim beni incitmeden bahçenin bir köşesine bıraktı. Babam tabancayla yuvamda
kalan son boşluğu da doldurdu. İçime çöken çaresizlik ve hüzünle olanları izliyordum. Öf...
Bu iki damla yaş da çok oluyordu ama. Yine gözlerimden damlamak üzere bekliyorlardı.
İnsan kardeşlerim, kedi, köpek ve tavşan o gün beni yalnız bırakmadılar. Kardeşlerim
durmadan bir şeyler anlatıyor, sanırım anne ve babamızı ikna etmeye çalışıyorlardı. Arada
annemin sapsarı yüzü ve irkilen omuzları görünüp kayboluyordu.
Neden sonra babamız elinde küçük bir evle göründü. Eski yuvamın olduğu yerde,
pencerenin önünde toprağa küçük bir çukur açtılar. Üzerine kırmızı çatılı bu evi yerleştirdiler.
Kardeşlerimden biri beni alıp içine koydu. Tam hayallerimdeki gibi bir evdi doğrusu. Üstelik
manzarası ailemin yaşadığı yerdi.
Yeni evime ve hayatıma çok hızlı alıştım. Bahçede yaşamak beni daha da mutlu
etmişti. Üstelik ailem tarafından kabul edilmiştim. “Serciyooo!” diye seslendiklerinde
yuvamdan başımı çıkarıp onlara bakıyordum. Kardeşlerim benimle bol bol kırıntı
paylaşıyordu. Annem bile artık sararmış bir yüzle değil, gülümseyerek ve sevgiyle bana
bakıyordu. Doğrusu keyfime diyecek yoktu.
Bitki ilacı kullanılmayan bu bahçede çeşit çeşit canlıyla birlikte yaşıyorduk. Bir süre
sonra komşularım bile oldu. Kurbağa Çarls ve Salyangoz Aheste’ye de yanımda birer ev
yapıldı. Ailemiz, hepimizim farklılığını kabul etti ve bizi olduğumuz gibi sevdi.
Teşekkürler, bir yılanı bile sevdirdiniz bana Serciyo ile...