LİDYA HAZİNESİ VE UŞAK MÜZESİ
“Altmışlı yıllar, arkeolog görünümlü yerli ve yabancı kaçakçıların karış karış ülkeyi kazdığı yıllardı. Baltayı nereye vursalar bir medeniyetin izine rastlıyorlardı. Uşak yakınlarında bulunan beş tümülüs*, Toptepe, İkiztepe, Aktepe, Basmacı ve Harta da böyle bir ortamda, oranın yerlileri tarafından talan edilmişti. Birer traktör alabilecek paraya antikacılara buluntuları satmışlardı,” dedi Kayhan Amca.
Kulağım ondaydı. Gözlerimi ise bize hediye olarak getirdiği, elinden bir türlü bırakamadığı siyah kitabın kapağından alamıyordum. Kapakta, denizatı şeklinde bir mücevher, altın ışıklar saçıyordu.
Kayhan Amca’nın, heyecanı biraz azalacak gibi olunca kitabı sehpaya bıraktı. Oturduğum yerden fırladım, tam dokunduğum anda o, kitabı tekrar kaptı ve hoop havaya kaldırdı. Sallayarak heyecan içinde konuşmaya devam etti:
“Yetmişlerin başında Metropolitan Müzesi**, sanat galerileri ve antikacılardan bu eserleri topladı. Fakat sergilemeye cesareti yoktu. Çünkü çalıntı eserleri satın aldığı ortaya çıktığında, bütün itibarı zarar görecekti.”
“İnanılır gibi değil,” diye atıldı annem. “Peki ne yaptı müze bu eserleri?”
“Ne yapacak, uzun yıllar eserleri gün ışığından uzakta, mahzende kapalı tuttu. Fakat bağışçıları, New Yorklu zengin sanatseverler rahat durmuyor, müzeye baskı yapıyordu. Böylece daha fazla dayanamayıp 1984 yılında koleksiyonun bir kısmını Türkiye’nin ve Lidya Uygarlığının adını anmadan, ‘Doğu Yunan’ eserleri adı altında sergilemeye başladı.”
Artık canıma yetmişti. Şu kitaba bakmak ve bu pasparlak mücevherin neyin nesi olduğunu anlamak istiyordum. Gittim, mutfaktan kocaman bir bardağa su doldurup geri geldim.
“Susamış olmalısınız, bunu sizin için getirdim,” deyince Kayhan Amca kitabı bırakıp bardağı aldı. Başımı sevgiyle okşayarak,
“Adacığım, çok teşekkür ederim,” dedi.
Kayhan Amca yemi yutmuştu. Utandım ama gülümseyip kitabı kaptım, koltuğa oturdum. Kapakta The Lydian Treasure (Lidya Hazinesi) yazıyordu. Sayfaları çevirdikçe göz alıcı mücevherler, değerli madenlerden yapılmış günlük eşyalar, biblolar ve daha pek çok şey gördüm. Kitabın kapağındaki altın ışıklar saçan mücevherin de kanatlı denizatı broşu*** olduğunu öğrendim. Hazinenin en değerli parçasıymış. Bu arada kulağım Kayhan Amca’nın anlattıklarındaydı. Heyecanı iyice artmıştı. Bu nedenle sıcak basmış olmalı ki yaz kış eksik etmediği boyun bağını gevşetti.
“Kusura bakmayın, yıllar geçti ama bu konu beni hâlâ çok heyecanlandırıyor. Kendime engel olamıyorum,” dedi. “Nerede kalmıştım?”
“Metropolitan Müzesi Türkiye ve Lidya Uygarlığının adını anmadan buluntuları Doğu Yunan Eserleri olarak sergilemeye başlamıştı,” dedi annem.
“Hah aynen öyle! Bu aşamadan sonra hikâye politik gerilim filmlerini aratmayacak şekle dönüşecek, dikkatli dinleyin. Sunday Times**** muhabiri, aldığı duyumu arkeoloji tutkusuyla bilinen Türk gazeteci Özgen Acar’a ulaştırdı. Özgen çok yakın dostumdur. Serginin kataloğunu birlikte inceledik. Böylece serginin, çalınan eserlerin bir kısmından oluştuğunu onayladık.
Özgen, hiç vakit kaybetmeden bunu haber yaptı. O yıllarda basının halk üzerinde önemli bir gücü vardı. Ertesi gün tüm ülke, olaydan haberdar oldu ve amaçladığımız büyük tepki oluştu. Türk Hükümeti, iki Amerikalı avukat aracılığı ile Metropolitan Müzesine dava açtı. Tam altı yıl boyunca müze, eserleri geri vermemek için direndi. Zaman aşımına çok az bir süre kala yelkenleri suya indirdi ve eserlerin tamamını Türkiye’ye iade edeceğini açıkladı.”
“Off,” dedi babam. “Gerçekten gerilim filmi gibiymiş. Heyecanla dinledim.”
“Neyse, sağ salim ait olduğu topraklara geri dönmüş ya!” dedi annem, “Gerisi önemli değil”.
Kahve fincanına uzanan Kayhan Amca, keyifli bir höpürdetmeyle ilk yudumunu alıp arkasına yaslandı. Hepimizin yüzüne tek tek baktıktan sonra,
“Siz öyle sanın,” dedi.
Hepimiz aynı anda ve hayretle “Nasıl yani?” diye bağırıverdik.
Kayhan Amca çok keyiflenmişti.
“Hikâyenin geri kalanını öğrenmeniz için sizi bu hafta sonu Uşak gezisine davet ediyorum. Ama bir şartım var,” deyip gözlerini bana dikti. “Söz vermelisiniz.”
Bakışları hâlâ benim üzerimde olduğu için kendimi yanıtlamak zorunda hissettim.
“Elbette Kayhan Amca ama ne konuda söz vermeliyiz?”
“Konuyu araştırmadan geleceksiniz. Yanlış yunluş bilgilerinizi düzeltmekle uğraşamam. Bana tertemiz, boş zihinler lazım.”
Annemin huzursuzca yerinde kıpırdanmasından olumsuz bir şey söylemeye hazırlandığını anladım.
“Ama Karun Hazinesi’ni bütün dünya gibi biz de biliyoruz Kayhan Abi. Nasıl olacak boş zihin konusu?”
Kayhan Amca’nın yüzü aydınlandı. Üniversiteden emekli olalı uzun yıllar geçmişti ama öğretmenlik heyecanı her zaman taptazeydi.
“Hah işte bak, onu da yanlış biliyorsunuz,” dedi. Koltuktan doğrulurken sehpada duran şapkasına uzandı. “Neyse, benim şimdi gitmem lazım. Cumartesi sabahı yedide görüşmek üzere,” deyip şapkasını başına geçirdi. Sonra işaret parmağını bana doğrulttu.
“Sen küçük hanım, senin gibi gençler sayesinde öbür tarafa yolculuğu erteleyip duruyorum. Enerjimi senin gibi taze meraklardan alıyorum,” dedi.
Kapıya dek ona eşlik ettim ve gidişini izledim. Arkeoloji hakkında konuşmadığı zamanlarda çok yaşlandığı belli oluyordu.
Uşak’a doğru
Kayhan Amca, artık üniforması olduğunu düşünmeye başladığım gömleği, yeleği, şapkası ve boyun bağını kuşanmış halde evinin bahçe kapısında bizi bekliyordu. Onu gören babam,
“Indiana Kayhan***** her daim göreve hazır,” dedi.
Kayhan Amca kendisiyle ilgili şakayı duymuş gibi gülümseyerek bindi arabaya.
“Günaydın gençler. Tatil gününüzde, sabahın köründe kalkıp yola çıkmayı kabul ettiğiniz ve bu yaşlı adamın aklına uyduğunuz için size teşekkür ederim. Sizin de en az benim kadar deli olduğunuza artık eminim.”
Bu sözler hepimizi güldürdü.
“Sen bizim için müthiş bir hazinesin Kayhan Abi. Ne desen yaparız. Bu arada hazine demişken, o gün Karun’la Lidya Hazinesi’nin aynı şey olmadığını ima etmiştin. Anlatacak mısın?” diye sordu babam.
“Önce size taze kahve ikram edeyim” dedi Kayhan Amca. Kocaman termosundan annemle babamın fincanlarına kahve doldurdu. Bana da tatmam için biraz ikram etti. Hepimiz kahvenin arabayı dolduran keyifli kokusuna dikkatimizi verdik. Büyükler höpürdeterek ilk yudumlarını aldı. Babam ilk yudumdan sonra bardağının kapağını kapatıp arabayı çalıştırdı. Bense tadını pek sevmediğim için koklamaya devam ettim. Kayhan Amca da iyice keyiflenmişti.
Anlatmaya başladı:
“Lidya Hazinesine Karun’unmuş gibi davranma hikâyesi, dikkat çekmek için gazeteciler tarafından uydurulmuş bir şey. Bildiğiniz üzere Karun, kutsal kitaplarda adı geçen çok zengin bir adam. Yani bazılarının iddia ettiği gibi Lidya Kralı Kroisos ile aynı kişi değil. Neyse böyle safsatalara çok takılmayın. Asıl büyük hikâye, sizi müzede bekliyor,” dedi.
Benim aklım kitabın kapağında gördüğüm altın ışıklı mücevherdeydi.
“Kanatlı Denizatı broşunu da görecek miyiz orada?”
Kayhan Amca’nın yüzü yine çok tanıdık bir şekilde aydınlandı. Bu ifadesinden farkında olmadan büyük laf ettiğimi anladım.
“Sen Ada, sen yok musun? Bu dikkatin ve özeninle istesen çok iyi bir arkeolog olursun. Gerçi bu akıl ve duyarlılıkla istediğin her şeyin en iyisi olursun.”
O, başını iki yana sallar dururken ben yine ne yaptığımı anlamaya çalışıyordum. Meğer bütün hikâye Kanatlı Denizatı Broşu ile ilgiliymiş. Broş, hikâyesiyle birlikte bizi müzede bekliyormuş.
Öğleye doğru Uşak Arkeoloji Müzesine ulaştık. Cumartesi olmasına rağmen müzede dört, beş kişi vardı. Onlar da kısa sürede çıkınca, bizden başka kimse kalmadı. Kayhan Amca cık cıklayıp başını iki yana salladı.
“Elli yıldan uzun süredir uğraşıyorum ama insanımızı tarihle, arkeoloji ile barıştıramadım. Şu tenhalığa bakın. Bu müze yurt dışında olsa, girişteki kuyruğu hayal edin.”
“Evet,” dedi annem. “İnanın ben de aynı şeyi düşünüyordum.”
Müze küçüktü ama çok keyifli düzenlenmişti. İkinci katta yalnızca paralar vardı. Lidyalıların bastığı ilk örneklerden başlayıp bugüne kadarki paraları görmek ilginçti. Üçüncü katta ise Lidya Hazinesi sergileniyordu. Kayhan Amca yine boyun bağını gevşetmeye başladı. Sesi hafiften titreyerek konuştu:
“Lidya Hazinesi, kaçırılmasından neredeyse otuz yıl sonra, 1993 yılında ait olduğu yere döndü. Hazine, farklı özelliklerde üç yüz altmış üç parça eserden oluşur.”
Kayhan Amca’yı sessiz adımlarımız ve can kulağı ile takip ediyorduk. Eserlerin önünde minik etiketlerle ne oldukları yazıyordu. Meşe palamutlu altın gerdanlık, ayakları koçbaşına dayanmış insan figürlü gümüş sürahi, altın takılar, gümüş kepçeler, altın ve camdan yapılmış pek çok aksesuar... Hepsinin yanından sessiz bir hayranlıkla geçiyorduk.
“Lidya kültürünün, incelikli ziyafet geleneklerine sahip olduğu açıktır. Milattan önce altıncı yüzyıldan bahsediyoruz. Dönemin ustalığına ve zevkine dikkatle bakmanızı istiyorum,”dedi Kayhan Amca.
“Gerçekten çok etkileyici,” dedi annem. Her detayı hayranlıkla izliyordu.
Kayhan Amca az sonra bir camekânın önünde durdu. Simsiyah zeminde altın ışıklar saçan bir şey vardı. Kanatlı denizatı broşunun ta kendisiydi bu! Bir süre sessizce, gözlerimizi alamadığımız broşu izledik. Sonunda sessizliği Kayhan Amca bozdu:
“Bu broş, kendi döneminden iki bin beş yüz yıl sonra, tahmin edemeyeceğiniz maceralar yaşadı. İki kez dünyayı dolaştıktan sonra yuvasına döndü,” dedi.
Hiçbirimiz anlamamıştık ama sanki dilimiz tutulmuş gibi donmuş gözlerle bakıyorduk. Sonunda annem cümle kurabildi:
“Nasıl yani? Amerika’dan sağ salim dönmedi mi bu broş?”
“Döndü dönmesine amaa…” dedi Kayhan Amca. “Dönemin müze müdürü tarafından tekrar çalındı.”
“Yok artık,” diye bağırmışım. Sesim boş salonda yankılanınca anladım.
“Müdür, broşun taklidini vitrine koyup aslını aldı ve İstanbul’un yolunu tuttu. Orada tarihi eser kaçakçıları ile buluşmak için sözleşmişti. Adamlar, kontrol bahanesi ile broşu alıp müdürü eli boş, öylece bıraktılar. Bir yıl sonra burada sergilenin sahte broş olduğu anlaşılınca, müdür tutuklandı. Böylece bir kez daha yer yerinden oynadı ve bu kez işe interpol****** de dâhil oldu. Haber tüm dünyada yankı uyandırdığı için bu tarihten sonra broşun el değiştiremeyeceği kesindi. Ancak en çok korkulan şey, altın broşun eritilmesiydi. Derken beklenen mutlu haber Almanya’dan geldi. Türk Hükümetinin gönderdiği üç kişilik uzman ekip bulunan broşu inceledi, gerçek olduğunu onayladı.”
Babam gözlerini kısarak bir şey hatırlamaya çalışır gibi konuştu.
“Ahh şimdi anlıyoruuumm! O üç kişiden biri de sendin Kayhan Abi, değil mi?”
“Evet. Ben ve arkadaşlarım, 2005 yılında Kanatlı Denizatı broşunu, ait olduğu topraklara geri getirdik.”
Duyduklarımızdan üçümüz de çok etkilenmiştik. Kayhan Amca ile bir kez daha gururlandık. Kendi döneminden binlerce yıl sonra dünyayı iki kez dolaşan ve evine sağ salim dönen bu muhteşem broşun önünde hayranlıkla eğildik.
Türkiye’nin kültürel varlıklarını korumaya yönelik yaptığı haberlerle toplumsal farkındalık yaratan, sorunları ilgi odağı haline getirip yetkilileri harekete geçiren değerli gazeteci Özgen Acar’a saygılarımla...
Tümülüs: Yeraltı mezar odasının üzerini örten toprak, taş çakıl yığınından oluşan tepe.
Metropolitan Müzesi: Dünyanın önemli müzelerinden biridir. New York kentinde yer alır.
Broş: kadınların giysilerinin yakasına taktıkları süs iğnesi.
Sunday Times: Birleşik Krallık'ta yayımlanan bir pazar gazetesi.
Indiana Jones: Indiana Jones filmlerinin başkarakteridir. Maceraperest, tarihçi ve arkeoloji profesörüdür.
Interpol: Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı. En büyük uluslararası adli polis teşkilatıdır.
ETKİNLİKLER
Hazırlayan: Tuğçe Sarsılmaz Köksel
Konu: Bu öykü, yaşadığımız topraklarda bulunan kültürel mirası korumanın, bilmenin ve değer vermenin önemini anlatmaktadır.
Tema: Türkiye’nin kültürel mirasları
Anahtar Kelimeler: Arkeolog, hazine, müze, tarihi eser, araştırma, gazeteci.
Kıpır Düşünceler:
∙ Bugüne kadar hangi müzeleri gezdiniz?
∙ Müzeler neden önemlidir?
∙ Aklınızdan bir müze tasarlamak isterseniz, içinde nasıl eserler olurdu?
∙ Lidya Uygarlığı sizce neden parayı buldu (icat etti)?
Kıpırdatan Etkinlikler
∙ Müze Gezme Etkinliği: Oturduğunuz yerden müze gezmek ister misiniz? Elbette müzenin kokusunu içine çekmek, oranın sessizliğini duymak, gerçek boyutlarıyla eserleri görmek ve çıkarken sevdiklerimize ya da kendimize bir hediyelik eşya almak çok daha keyifli olur. Fakat Türkiye’de ve diğer ülkelerde internet aracılığı ile eserlerini görülmeye açan müzeler var.
İşte bunlardan bir tanesi: https://www.peramuzesi.org.tr/sergi/dijital-sergiler?gclid=CjwKCAiA_aGuBhACEiwAly57MVk8tyQy-QII4zI7egu6AUPsjNV0zeo-s6ixcmILqYIX_YJ51VG5-xoCc8UQAvD_BwE .
Başka hangi müzeler geziye açılmış araştırabilirsiniz. Gördüklerinize inanamayacak, kendinizi müze gezmekten alamayacaksınız. Gidebildiğiniz en yakın müzeye ilk fırsatta ziyaret etmeyi unutmayınız.
∙ Hikâye Tamamlama Etkinliği: Boşluklara dilediğiniz kadar yazabilirsiniz.
Çok uzun yıllardır toprağın altında, bulunmayı bekleyen bir … varmış. ….Herkes onu görmek için müzeye gelmiş.
∙ Hikâyeleştirme Etkinliği: Aklınızdan bir tarihi eser belirleyiniz. Belki bir çömlek, fosil ya da biblo. Seçtiğiniz bu eserin müzeye geliş yolculuğunu hikâyeleştiriniz. İnsanlar onu müzede ziyaret edene kadar başından neler geçmiş olabilir? Kime aitti? Ne için kullanılıyordu?
∙ Arkeolojik Çalışma Etkinliği: Sanat kili alarak ya da evde 1 su bardağı tuz, 1 su bardağı un ve 1 su bardağı suyu karıştırarak kil elde edebilirsiniz. Elde ettiğiniz kilin üzerine çivi yazısı ile şifreli bilgiler yazıp kurutabilirsiniz. Arkasına yapıştıracağınız bir mıknatıs ile magnete dönüştürüp, müze hediyelik bölümünden alınan bir obje oluşturabilirsiniz.
∙ Sınıf İçi Etkinlik:
Her öğrenci, belirlenen konu kapsamında sınıfta müze oluşturmak için evinden bir eşya getirir. Örneğin Kırmızı Müzesi oluşturmak için kırmızı eşyalar, Mutfak Müzesi oluşturmak için mutfak eşyaları, İlkyardım Müzesi oluşturmak için ilkyardım malzemeleri gibi.
Getirilen eşyalar masanın üzerinde sergilenir. Her öğrenci kendi eşyasını tanıtır. Öğretmen, müze müdürü olduğunu söyleyerek eşyaların, eserlerin öneminden bahseder. Herkesin tüm eserleri incelemesi için zaman tanır. Bir tarihi eseri alıp saklayacağını söyler. Öğrenciler içinden seçilen bir ebe, dedektif olarak hangi eşyanın kaybolduğunu bulması gerektiğini belirtir. Bir kişiyi ebe, dedektif olarak seçer ve sınıftan çıkartır. Bir objeyi saklar. Sınıfa geri çağırılan dedektif hangi eserin kaybolduğunu tahmin ederek, görsel hafıza oyunu oynanır.
Dedektif hangi tarihi eserin ortadan kaybolduğunu bulduğu zaman. Tüm öğrenciler kendilerine ait objeleri alarak masanın üzerinde farklı yerlere koyarlar. Müze müdürü rolündeki öğretmen yeniden bir dedektif seçer. Sınıfın kapısında bekleyen dedektif için başka bir tarihi eser saklanır. Süreç tüm öğrenciler dedektif olana kadar ve tüm tarihi eserler saklanmış olana kadar devam eder.
Muhteşem
Çokkkk severek okudum, kaleminize sağlık. Ayrıca resim ve etkinlik harika...😍