top of page
Ara

ALTI TEKER İLE ATALARIN İZİNDE

Yazarın fotoğrafı: Esra AbalıEsra Abalı

(İzmir-Çanakkale-Dedeağaç-Kavala-Selanik-Manastır-Ohrid-Sakız Adası)


Resimleyen: Ecem EKER

Annem, elinde bir tomar kâğıtla odama geldiğinde matematik sorularına bakıyor ama

bambaşka şeyler düşünüyordum.

“Çözümü zor bir problemle karşı karşıyayız” dedi.

Daha odaya girmeden ne ile boğuştuğumu anladı demek, diye düşündüm.

“Bir değil, on beş anne,” dedim

“Ne demek o Ada?”

“Yani çözmem gereken on beş tane problem var.”

Annem soluk alıp gözlerini devirdi. Sonra da benim söylediğimi hiç duymamış gibi yapıp

yatağıma oturdu.

“Elimizde altı günlük tatil, memnun edilmesi gereken dört yetişkin ve bir çocuk var.

Çocuğun babası motosikletle seyahat etmek istiyor. Dede uçağa binemediği için yüzen veya

tekerlekli bir araçla seyahati tercih ediyor. Anneanne ise yakın zamanda kaybettiği annesinin

memleketi Manastır’ı* görmek istiyor. Çocuk ve annesi, problemde etkisiz eleman. Neresi

olursa gitmeye hep hazırlar.”

“Dur bakalım!” dedim. “Anne, kendi adına konuşsun lütfen. Çünkü çocuk da güzel bir

deniz keyfi yapmayı tercih ediyormuş. Şöyle bembeyaz kumlu bir plajda.”

“Hayır Ada, senin ve benim bu planda sessiz kalmamız gerekiyor yoksa kriz büyür. Biz

kendimize sonra başka tatil planlarız. Önce gel şunu halledelim.”

Kendi matematik problemlerimi bir kenara itip anneminkine odaklandım. Denklemin

üzerine, bilinenleri yerleştirmeye başladık. Böylece planı sadeleştirebildik. Bir kişi motosiklet

üzerinde, dört kişi arabada, kuzeye doğru yola çıkmaya karar verdik.

Yolculuğun ilk günü

Öğle yemeği yiyelim, kahve içelim, Truva Atı’nı da görelim derken akşamüzeri

Çanakkale’ye girdik. Valizleri tarihi otelimize bırakıp kendimizi sokağa attık.

Boğazla aramızda iki küçük sokak varmış. Deniz kıpırtısız, hava ılıktı. Çanakkale

Boğazı’nı, karşıda görünen yeşil tepeleri gözlerimle taradım. Etrafımız İngilizce konuşan, parlak sarı saçlı insanlarla çevriliydi. Hepimiz aynı şeyi düşünmüş olmalıyız ki babam başıyla

kalabalığı işaret etti.

“Anzaklar,” dedi. “Dün yapılan Şafak Ayini** için gelmişler.”

Dedem gülümsedi “Dedelerinin anısının peşinde koşan Avustralyalılar yani,” dedi.

Dükkânların vitrinlerinde Avustralya bayraklı süsler ve çeşitli dini simgeler satılıyordu.

Çoluk çocuk bir sürü insan sokakları doldurmuştu. Dünyanın bir ucundan gelip zamanında

burada savaşmış ataları için, yine dünyanın o ucundan kalkıp buraya gelmişlerdi. Sabahın ilk

ışıklarına dek uyanık kalmışlardı. Gece bu düşüncelerle uykuya dalmışım.

Ertesi sabah feribotla Eceabat’a geçip kıyı boyunca yol almaya başladık. Deniz öyle

kıpırtısızdı ki oyun oynayan yunuslar görünüyordu. Öğleye doğru Keşan’a geldik. Yol

kenarında, içinden dere geçen yemyeşil bahçeli bir kır lokantasında mola verdik. Karnımızı bir güzel doyurunca annem,

“Mutlu ve tok direksiyona geçebilirim,” dedi.

Benim gözüm babamdaydı. Her molada RoboCop*** Kıyafetini çıkarıyor, mola

sonunda tekrar giyiyordu. Bana çok yorucu gelen bu aktivite, içime dert oluyordu. Yemekten

sonra yine hazırlanmaya başladığını görünce dayanamayıp sordum:

“Sen iyi misin baba? Yorulmadın mı hâlâ?”

“Bomba gibiyim, hiç yorulmadım,” demez mi?

Benim dışımda, herkes güldü babamın yanıtına.

Kısa bir süre sonra İpsala tabelasını gördük. Sağ tarafımızda kalan Meriç Nehri’ne

anneannem el salladı.

“Sınırdan geçme meselesi beni çok geriyor,” dedi. “Bak kalbimi elle,” diyerek tuttuğu

elimi göğsünün üzerine koydu.

“Sahiden anneanne, kalbin fırlayacak gibi atıyor.”

Annem gülmeye başladı.

“Casusluk hikâyeleri gelmiştir aklına da ondan,” dedi.

Sınır kapısında bekleyen az kişi vardı. Sıra bize çabuk geldi. Polise pasaportlarımızı ve

evraklarımızı gösterip geçtik.

“Aaa! Bu kadar mıydı?” dedi anneannem. Sesinde büyük bir şaşkınlık vardı. Heyecanlı

bir şey yaşamaktan korkmuş, yaşamayınca da hayal kırıklığına uğramıştı.

Bense yine sorularımın içinde kaybolmuştum. Ülke sınırı nedir, uzaydan görünür mü, tam olarak nerede başlar, nerede biter? Peki... Pasaport denen şeyi ilk hangi akıllı uydurmuş?

Dedem ve anneannem sorularıma yanıt bulmaya çalışıp beni dünyanın

kurallarına ikna etmeye uğraşırken Dedeağaç’a (Aleksandrapolis) ulaştık.

“Çok güzel bir sahil kasabasıymış,” dedim.

Buranın simgesi olan deniz fenerinin dibinde, benim dondurma molamı verdik. Diğerleri

de kahvelerini içti.

Güzel hava hâlâ bizimleydi. İki şeritli sakin yolda tır trafiğini sınıra yakın terk etmiştik.

Ben de babam için rahat bir nefes almıştım. Müziğimizi dinleye dinleye Kavala’ya ulaştık.

Otelimiz deniz kenarındaydı. Eşyaları odaya bırakırken manzaramızı kontrol ettim. Kavala

Kalesi, liman ve alabildiğine deniz… Hepsine beşinci kattan bakıyordum. Güneş karşımızda

günü bitirirken kaleye yakın bir lokantada ona veda ettik.

Ertesi gün Selanik’e geçtik. Kent merkezinde epey yürüdük. Türk Konsolosluğunun

bahçesinde bulunan, Atatürk’ün doğup büyüdüğü evi ziyaret ettik.

Anneannemle dedem evi cıkcıklayarak hoşnutsuz bir ifadeyle dolaşınca sormadan

edemedim.

“Çok güzel bir ev. Neyi beğenmediniz?”

Sanki hoşnutsuzluğunun sorumlusu benmişim gibi anneannem kızarak cevap verdi:

“Görmüyor musun yavrucuğum? Öyle kötü bir restorasyon**** yapmışlar ki döneminin

ruhunu yansıtmıyor. Sözüm ona Atatürk’ün birkaç eşyasını koyup durumu kurtarmaya

çalışmışlar. Yok efendim yok, tarihi ve kültürel varlıklarımıza olması gerektiği gibi sahip

çıkamıyoruz.”

Oradaki görevlileri de azarlamaya başlayacaktı ki dedem, gel biraz hava alalım deyip

anneannemi nazikçe dışarı çıkardı.

Selanik, deniz kenarında çok güzel bir kentti. Sağa sola bakalım, şunu yiyelim, bunu

içelim derken turun çocuk yolcusu ben ve iki yaşlısı yorulmuştuk. Annemle babam isteksizce,

“Otele gidelim o halde,” dediler.

Annem navigasyona Katachas yazdı. Uzanıp baktım,

“Oohoo! Otuz kilometremiz varmış,” dedim. Gerisini anımsamıyorum. Beni

uyandırdıklarında Katachas Köyüne ulaşmışız. Valizleri indirmişler, beni de kucaklamaya

çalışıyorlardı.

“Durun, ne yapıyorsunuz? Ben bebek değilim,” deyip fırladım. Uzaktan gelen birkaç

havlama ve saatini şaşırmış horoz ötüşünden başka ses yoktu.

Otelimiz Polys Konuk Evi, iki kadın arkadaşın işlettiği, kovboy evlerini anımsatan

kahverengi ahşap bir yapıydı. Hiçbir lüksü olmayan, tertemiz ve rahat odalarımıza yerleştik.

Akşam yemekten sonra hava iyiden iyiye serinlemiş, bahçede oturulmaz olmuştu. Farklı

ülkelerden, dillerden konuklar içeriye doluştuk. Dedemle ben tavla turnuvamıza giriştik.

Anneannemle annem, otelin Yunan sahibeleri ile koyu bir sohbete daldı. Babam da kitabına

gömüldü. Gözüm ondaydı, çünkü itiraf etmese de yorgun görünüyordu. Zaten birkaç sayfa sonra kapanan gözlerinden haklı çıktığımı anladım. Ama kıyamadığım için ona bunu kanıtlayamadım. Zafer kazanmış edayla hafifçe dedemi dürtüp gösterdim.

“Bak, babam nasıl da yorulmuş.”

“Yorulmuştur tabii, kolay mı iki tekerin üstünde bunca yol. Ses etme de uyusun.”


Makedonya’ya doğru

Akşamdan karar verdiğimiz gibi sabah sekiz buçukta ekiple kahvaltı masasında buluştuk. Uzun bir yol yapacak, farklı bir ülkeye geçecek ve ninemin memleketini görecektik.

“A Takımı yerlerini alsın bakalım!” dedi annem.

Yola çıktığımızdan beri kimse oturduğu yeri değiştirmemişti. Annem direksiyonda,

dedem yanında, anneannem ve ben arkada, hep aynı koltuktaydık. Babam da önde

motosikletindeydi.

İki saat sonra Makedonya sınırına varmıştık. Polisler akrabalarını görmüş gibi karşıladı

bizi. Anneannem de artık sınır geçme korkusunu yenmişe benziyordu. Polislere şaka bile yaptı. Onlar da anlamadıkları halde kahkahalarla güldü.

Gezimizin ilk gününden beri bizimle olan güneş, bugün saklambaç oynamaya karar

vermişti. Manastır’a (Bitola) girdiğimizde bize göz kırpıp kocaman bulutun arkasına saklandı ve bir daha da yüzünü göstermedi.

Manastır şanssız günündeydi. Azıcık güneş parlasa, rüzgâr olmasa onu kolay

sevebilirdik. Ne de olsa ninem buralıydı. Yemyeşil doğasına rağmen yıkık dökük binaları, ona

bakımsız bir görüntü vermişti. Trafiğe kapalı Shirok Caddesi’nde bir aşağı bir yukarı yürüdük.

Caddenin sonunda Büyük İskender ve Erkek Melek heykellerini gördük. Ardından Atatürk’ün

eğitim aldığı Askeri İdadiyi ziyaret ettik.

“Kent bitti,” dedi annem.

Anneannem ise komik bir şekilde sağına soluna bakıyor, atalarının izini arıyordu. Üstelik

elinde hiçbir bilgi olmadan. Çaresizce “Eh madem Ohrid’e gidelim. Bizimkilerin orada da bir

şeyleri olmalı,” dedi.

Böylece Ohrid Gölüne doğru yola çıktık. Kıvrım kıvrım dağ yollarından, yeşilin türlü

çeşit tonunun içinden bir buçuk saat gittik. Hava daha da kötüleşmiş, yağmur atıştırmaya

başlamıştı. Üç milyon yaşındaki Ohrid Gölü’nün doğası da bizi solgun karşıladı. Yine de güzelliğini gizleyemedi. Vakitsizlikti, soğuktu derken, ne tekne turu yapıp gölün kaynağını görebildik ne de meşhur alabalığını yiyebildik. Vitrinlere bakıp Ohrid incilerini süzdük. Sonra tekrar yollara düştük.

Sınırdan geçerken, Makedon polisler bizi şaşkınlıkla karşıladı. Sitemli bir edayla “Bu

kadar çabuk dönülür mü, nedir aceleniz?” dediler. Annemle babam, vakitsizlikten yakındı.

Sabah uyandığımızda, Yunan anakarasında geçireceğimiz son güne başlamış olduk.

Acelemiz yoktu. Sakin sakin kahvaltımızı yapıp köyde yürüyüşe çıktık. Kahveye davet eden

konu komşu sayesinde iyice bu köylü olduğumuza karar verdik. Ayrılış vakti geldiğinde

istemeye istemeye yola düştük.

Akşamüzerine doğru Kavala Limanına geldik. Akşam yapacağımız feribot yolculuğu için

annem bir koşu gidip giriş işlemlerimizi yaptırdı. Gezinin yorgunluğu iyice üzerimize çökmüştü.

Hayalimiz, bütün gece denizin üzerinde yol alırken mışıl mışıl uyumaktı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde karanlığın içinde dev feribotumuz limanda göründü.

Kocaman ağzını açmış, bizi yutmaya hazırdı. Arabalar birer birer içeriye dolmaya başladı.

“Chios***** diye soran görevliye, “Yes,” dedik. Kocaman Chios yazısını ön cama

yapıştırdı adam.

“Ohh!” dedi anneannem. “Böylece yanlış adada indirmezler bizi.”

“Öyle bir ihtimal var mı ki?” dedim. Yanlış yerde inme düşüncesi yüreğimi ağzıma

getirmişti.

“Olur mu canım öyle şey?” dedi annem. “Adamlar bu konuları çok ciddiye alıyor. Hiçbir

hata olmaz Yunan Feribotlarında. Bak görün şahane bir yolculuk olacak.”

Arabaları park ettiğimiz yerde, dev balinanın midesinin tam ortasında dizilmiş gibiydik.

Valizleri alıp yukarıya resepsiyona çıktık. Hiç böyle kocaman bir gemiye binmemiştim.

Resepsiyon görevlisi ısrarla Yunanca konuşuyordu. Annemle babam, dillerini

bilmediğimize onları zor ikna etti. Sonra İngilizce bilen görevli geldi. Biletlere bakıp konuştukça konuştu. Adam susmak bilmiyordu ve annem bu sırada kızarıp öfkeden duman çıkarmaya başladı.

Babam konuşulanları dedemle anneanneme sakince açıkladı:

“Aylar önceden aldığımız dörder yataklı iki kamaramız vardı biliyorsunuz. Fakat

Kavala’daki ofiste kayıt sırasında bizi farklı kamaralara yerleştirmişler.”

“Aaaa! Nasıl olur?” diye çığlık attı anneannem. Bayılacak diye korktum.

Annemle babamın tüm çabasına rağmen dördümüzü bir kamaraya, zavallı dedemi ise hiç tanımadığı insanlarla dolu başka kamaraya yerleştirdiler.

Şoku atlattıktan sonra hepimiz güvertede buluştuk ve Kavala’ya el salladık. Uykumuz

geldiğinde de portakal kasası kadar kamaramıza kapandık. Gece yarısı dev dalgaların

sallamasıyla uyandım. Ondan sonra da dedemi düşünmekten, yanlış limanda iner miyiz diye

endişe etmekten hiç uyumadım.

Sabah dokuzda Sakız Adası limanına yanaştık. Herkes rahat bir soluk aldı. Artık eve

dönmüş sayılırdık. Limandan çıkıp çarşı içinde çok sevdiğimiz börekçiye koştuk. Aldıklarımızla sahilde kahvaltı yaptık.

Altı gün süren, bin yedi yüz altmış beş kilometrelik gezimiz ve en önemlisi de bir gece

önceki sıkış tepiş, işkence gibi deniz yolculuğumuzu tamamlamıştık. Herkes çaylarını bunun

şerefine kaldırırken, annem onu fena hayal kırıklığına uğratan Yunan feribot şirketine sitem dolu mektubunu yazıyordu.


Manastır: Makedonya’nın Bitola kenti.

Şafak Ayini: 1916 yılından beri her yıl 25 Nisan günü Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelen halklar, Çanakkale’de savaşırken ölmüş yakınlarını anarlar.

RoboCop: Kask, eldiven, bot, pantolon ve monttan oluşan korumalı özel motosiklet kıyafetlerini robot, insan karışımı film karakterininkilere benzetiyor.

Restorasyon: Eski bir yapıda bozulmuş, yıkılmış olan yerleri, bölümleri aslını bozmayacak bir biçimde onarma.

Chios: Sakız Adası’nın Yunan dilindeki adı.


Bu etkinlik Nilüfer Dinç Demirok tarafından hazırlanmıştır.

KONU: Aile üyelerinin çeşitli isteklerine göre planlanmış Türkiye'den Makedonya'ya uzanan bir seyahat. 

TEMA: Aile birlikteliği, seyahat, keşif, farklı kültürler ve tarihi yerler.


ANAHTAR KELİMELER:

Seyahat, Aile, Gezi, Tarihi yerler, Motosiklet, Feribot


KIPIR KIPIR DÜŞÜNCELER: 


1. Geziye çıkan aile kaç kişiden oluşuyor ve kimler bu gezide yer alıyor?

2. Aile, Çanakkale'ye gittiklerinde ilk olarak hangi ünlü yapıyı ziyaret ediyor?

3. Aile üyeleri seyahat sırasında sınırdan geçerken hangi duyguları yaşadılar anlatabilir misin?

4.Aile Selanik'te hangi ünlü kişinin evini ziyaret etti? 

5.Gezi sırasında hangi doğa olayları ve manzaralar aileyi etkiledi? Bunlardan en çok hangisini beğendin?


KIPIRDATAN ETKİNLİKLER: 

1. Fotoğraf Albümü Yapalım: Gezide ziyaret edilen yerlerin ve önemli anların resimlerini

(internet veya dergilerden kesilen resimler) kullanarak bir fotoğraf albümü hazırlayın. Her

resmin altına kısa bir açıklama ekleyin.

2.Aile Ağacı Çizelim: Gezinin ana karakterleri olan aile üyelerini gözden geçir. Sen de kendi

kendi aile ağacını çizip aile üyelerini tanıtabilir misin?

3.Seyahat Günlüğü Yazalım: Daha önce yapmış olduğun bir geziyi düşün. Bu gezinin bir

günü hakkında kısa bir günlük yazabilir misin? Bu günlüğü yazarken gezi sırasında neler

gördüğünü, neler hissettiğini yazabilir misin?

4.Harita Üzerinde Yolculuk: Türkiye ve Yunanistan haritalarını bul ve incele. Gezinin

geçtiği şehirleri (İzmir, Çanakkale, Dedeağaç, Kavala, Selanik, Manastır, Ohrid, Sakız Adası)

haritada bulabilir misin? Bu şehirleri birleştiren bir çizgi çizebilir misin?

96 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UÇMAK

DURGUN MAVİ

2件のコメント


dilek yılmaz
dilek yılmaz
2024年10月08日

Çok merak ettim oraları. Bir de etkinliklerde Seyahat Günlüğü ile Fotoğraf Albümünden bahsedilmiş ya ben ikisini birleştirmeyi düşündüm. Böylece gidip gezdiğim yerleri hiç unutmam.

いいね!

catalcaligonul
2024年10月03日

Biz de Esra ile birlikte geziyoruz, ne güzel. anne kız dayanışması da çok hoş. emeğine sağlık Esracım.

いいね!
İletişim
  • Instagram
  • Facebook

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

YAYIMCI: YAKIN KİTABEVİ İMTİYAZ SAHİBİ: LEVENT SALICI © 2021 KIPIRTI ÇOCUK DERGİSİ HER HAKKI SAKLIDIR. KAYNAK BELİRTİLMEK KOŞULUYLA YAZILARDAN ALINTI YAPILABİLİR. DERGİDE YAYIMLANAN TÜM ESERLERİN SORUMLULUĞU YAZARLARINA AİTTİR.

​SSS.-SİTE İÇİNDE ARADIĞIM METNİ NASIL BULABİLİRİM?

CONTROL+F TUŞLARINI AYNI ANDA TIKLAYIN. EKRANA GELEN BOŞ KUTUCUĞA ANAHTAR KELİMELERİ YAZIN. ÖRN. YAZAR İSMİ, BÖLÜM ADI, BAŞLIK VB. SONRA ENTER TUŞUNA BASIN. İLGİLİ KELİMELERİN OLDUĞU METİNLER RENKLENDİRİLMİŞ OLARAK EKRANINIZA GELECEKTİR.

bottom of page